Hayat bu sonuçta, önüne her şeyi çıkartırdı insanın. Bazen en derin çukurlardan bir el uzatırdı içine çekmeye. Ve çaresizdi insan, kaderin oyunuydu bu hile yapmaktan çekinmiyordu asla.
Hastaneden çıktığımda akşam olmuştu. Hava kararmış, tek ışık hüzmeleri sokaklarda yan yana dizilmiş dükkanlardan ve araba farlarından geliyordu. Hava bile kapalıydı o akşam, yıldızlar ve ay o gece karanlığa boyun eğerken sanki hiç yokmuş gibiydiler. Sanki hiç olmamışlar gibi...
Eve doğru ilerledim. Barış'ın evine. Artık o eve gitmeye bile çekiniyordum. Gittiğimde şuanda bile içimi yiyip bitiren düşünceler ve kaygılar boğazımı sımsıkı kavrayacak ve beni zor rahat bırakacaklardı.
Hedefine ulaşmadan rahat bırakmayacaklardı.
Apartmana girdim, adımlarım yavaş ve dengesizdi. Bir şeyleri sindiremiyordu aklım, kabul etmekte güçlük çekiyordum. Kendimi unutmuş gibiydim, yalnızca merdiveni çıkan ayaklarıma odaklamıştım.
Kapıyı çaldım ve biraz geri çekilip açılmasını bekledim. Çok kısa bir süre ardından Barış kapıyı açtı ve ona bir şey demeden içeri girdim. Şaşırmıştı, anlamıştım. Arkamdan bir şeyler dediğini duymuş, ancak ne dediğini anlayamamıştım. Kulaklarım uğulduyordu, Barış'ın sesi ise sanki bir okyanusun derinliklerinden geliyor gibiydi. Buğulu ve yabancıydı.
Elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdim. Ardından mutfakta beni bekleyen Barış'a baktım kapıdan. Yemekleri hazırlamıştı, ancak canım yemek istemiyordu hiçbir şey.
Hiçbir şey istemiyordum, yalnızca öylece durmaktı istediğim, kalakalmak.
"Ben yemeyeceğim, sana afiyet olsun bir tanem."
Barış'ın itirazına izin vermeden yukarıya, verandaya çıktım. Kapıyı açtığımda soğuk bir rüzgar dalgası üzerime şiddetli bir şekilde çarptı ve beni sarstı. Ona kafa tutarak verandanın kenarlarına yaslandım ve etrafa bakmaya başladım, kafamı boşaltmaya.
Uzaklarda, çok uzaklarda tepeler görünüyordu. Yalnız, ıssız dağ yamaçlarını gördüm eteklerinde. Geceyle birdi, ancak hala üzerindeki ağaçların koyu yeşil renginden belli oluyordu. Güzeldi orası, gitmek isterdim.
Her şeyden uzaktı.
Kaçmak istedim, faydası olmadığını bile bile.
Yine nefsim kendini kandırıyordu, ancak bu sefer o kadar da cesaretli değildim.
Yapamazdım, bir kez daha olmazdı.
"Hannah?"
Gelen sesle arkamı döndüğümde bana doğru gelen Barış'la karşılaştım. Yanıma gelip ellerini benim gibi kenarlıklara yasladı.
"Oraya gitmeyi ben de istiyordum bazen, biliyor musun?"
Gözleri karşıya bakıyordu. Düşüncelerimi okumuş gibi konuştu.
"Ancak gitmeye hiç cesaret edemezdim, beni düşünen biri olmadığı halde."
Ardından güldü.
"Kaybedecek neyim vardı ki. Ama, uzaklara gitme düşüncesi beni hep korkuttu Hannah, kaybolurum sanıyordum."
Bana çevirdi gözlerini.
"Gerçi eskiden de evimi bulmuş sayılmazdım. Beni buraya bağlayan bir yer vardı ıste, bu terk edilmiş daire. Ev değildi, 5 sene önce önemini yitirmişti. Onlar gittiğinde, benim için beton yığınından farksızdı."
Ona çevirdim başımı.
"Aslında, bu senin için iyi bir şey. Inan bana, sana kötü gelen insanları kaybetmek, senin için bir kayıptan çok kazanç. Onlar seni düşünmeden terk ettiler öylece, evet yaptıkları acımasızlığı hiçbir şey geçirmez belki de."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Salvatore
Teen Fiction'Eğer bir gün gidersen, aklımda hep o tadın ve geceler boyu ruhlarımızın birbirine karışması kalacak.'