Fısıltılar ve parlak güneş ışığı, hemen uyanması için onu zorluyordu. Yıllarca devam eden kabuslardan birini daha yaşamıştı. Yıllar boyunca pekçok kez gördüğü bu kabuslar her ne kadar hayatını çekilmez bir şekilde zorladıysa da daha önce bu kadar kötü hissetmemişti. Başı korkunç bir ağrıyla zonklarken boğazı sanki saatlerce bağırmış gibi kurumuş, tırnaklarıyla deldiği avuç içlerinde hilal şeklinde yaralar oluşmuştu.
"Ediz oğlum, hadi uyan artık ne olur." bu annesinin sesiydi, ağlıyordu. Gördüğü her kabustan sonra her zaman yanında olmuş onu hiç yalnız bırakmamıştı. Her defasında onun için gözyaşı dökmüş, bu kabusların bir gün biteceği ne dair sözler vermişti. Oysaki Ediz'in durumu gittikçe kötüleşmeye ve kabuslar şiddetini arttırmaya başlamıştı.
" Ağlama Selma, doktor onun birazdan kendine geleceğini söyledi. Üzme kendini." bu da babasıydı, sesi titremişti. Oğlunun bu durumuna bir çözüm bulamadığı için kendini suçlamadığı bir gün bile olmamıştı. Ediz, çoğunlukla sessiz bir genç olup pek arkadaş edinmezdi. Oğlu daha çocukken onu sürekli parklara götürürdü. Diğer çocuklar akranlarıyla oyunlar oynarken Ediz hiçbiriyle konuşmaz bütün vaktini anne ve babasıyla geçirirdi, böylece en yakın arkadaşı babası olmuştu. Acılarına en yakından şahit olan kişi de yine kendi olmuştu. Kendine kızmadığını söyleyemezdi, aksine her gün ama her gün kendinden nefret eder duruma gelmişti. Peki ya neden bir şey yapmıyordu? Eğer yapabilseydi onun için canını bile verebilirdi ama gelin görün ki oğlu buraya ait bile değilken elinden ne gelebilirdi.
"Nasıl üzülmeyeyim Doğan, neredeyse oğlum ölecekti! Hem bir değil birkaç kez yaşadı bunu." Genç kadın sinirleri yıpranmış bir şekilde istemeden de olsa sesini yükseltmişti. Oturduğu sandalyeden kalkıp adamın karşısına geçti.
"Sen de haklısı ama güçlü olmamız lazım, Ediz için."
"Ben özür dilerim. Çok haklısın, özür dilerim."
"Önemli değil, seni de anlayabiliyorum. Ama unutma, üçümüz için de zor zamanlar. Bunu beraber atlatacağız merak etme." Adam kollarını kadının kırılgan bedenine doladı. Birbirlerine güç vermek için sıkıca sarıldılar.
Ediz bu arda her şeyi duyuyor ama uyanmak istemiyordu. Annesinin ağlamasını ve babasının onu teselli edişini. Uyanmalıydı, onlar bunu hak etmiyordu.
Parlak güneş nedeniyle gözlerini açmakta zorlansa da bunu başardı. Hastane odasındaydı, başucunda annesi elleriyle yüzünü kapatmış bir an önce oğlunun iyileşmesi için dua ediyordu. Babası pencerenin önünde geçip giden trafiği seyre dalmıştı.
"Anne, baba!" ikisi de sesini duyduklarında hemen yanına geldiler. Annesi tekrar ağlamaya başlamıştı ama bu seferki mutluluktan. İyi hissettiğinde hastaneden çıktılar.Eve geri geldiğinde yatak odasına çıktı, her şey dün bıraktığı şeklindeydi. Masanın üzerindeki kitaplar, pencerenin önündeki çiçek, duvardaki çizimler. Su içmek için mutfağa indiğinde anne ve babası kendi aralarında konuşuyorlardı. Babası gergin annesi ise endişeliydi . Kapının arkasına gidip onları dinlemeye başladı.
".....sana olmaz dedim Doğan, dün ne yaşadığını görmedin mi? Onun için çok endişeleniyorum. Hem bunları öğrendikten sonra ...daha kötü olursa?"
"Bunu nereye kadar saklamayı düşünüyorsun Selma? Yarın ya da öbür gün geç olabilir, asıl anlatmayarak onu büyük bir tehlikeye atmış oluruz."
Neyden bahsediyorlardı. Tehlike mi? Benden sakladıkları bir şeyler olmalı diye düşündü.
"Tamam, bana biraz zaman ver sonra... ona her şeyi kendim anlatırım. Buna izin ver Doğan lütfen."
"Tamam, unutma bunu onun için yapıyoruz."
Annesi ağlamaya başlamıştı, babası da onu teselli ediyordu. Ediz kapının arkasında saklanırken babası onu fark ettiğinde de içeri girdi.
"Susamıştım da su içeyim dedim."
"Seslenseydin getirirdim ben sana kendini yormanı istemiyorum." dedi Selma hanım görmemesi için gözyaşlarını silmişti.Bir bardak su alıp odasına geri döndü. Bardağı masanın kenarına bıraktığında elinden kayıp yere düştü. Kırılan cam parçaları her tarafa dağılmıştı. Onları toplamak için eğildiğinde yatağın altında küçük bir kutu fark etti. O kutuyu Ediz koymamıştı. Uzanıp yatağın altından çıkardı. Üstü biraz tozlanmıştı. Tozlara üfleyip kutuyu açtı ,içinde kağıttan başka bir şey yoktu. Ama bunlar çizimdi. Karalamalarla dolu çizimler. Her birinde birbirinden farklı tuhaf insanlar. Kimisinin omzuna konmuş güzel kuşlar, kimisinin hemen yanında birbirinden farklı hayvanlar. Sayfalara baktıkça çizimler kötüleşiyordu. Sanki bir çocuğun elinden çizilmişlerdi.
En son sayfada yalnız bir tilki gökyüzüne bakarken resmedilmişti. Çizim her ne kadar kötü olsada suratındaki ifade korku ve endişeyi yansıtıyordu. Yalnız kalmanın verdiği korku.
Her sayfanın arkasında bir tarih vardı. Elindeki sayfada on iki yıl öncesine ait tarih vardı. Yani Ediz altı yaşındayken. O zamanlara ait pek bir şey hatırlamıyordu annesi ona geçirdiği bir kaza sonucu hafızasını yitirdiğini söylerdi. Kimi zaman küçük anıları hatırlasa da yeniden unuttuğunu anlatırdı.
Tüm sayfaları kutuya geri koyup pencereden dışarı bakacağı sırada masanın üzerindeki sayfaların biri dikkatini çekti. Gökyüzüne hüzünle bakan bir tilki karalanmıştı. Demin baktığım kâğıtta olan tilkiyi bu. Ara sıra çizim yapardı, yetenekli sayılırdı ama bunu çizdiğini hiç hatırlamıyordu. Ondan başka kimse bu odaya girmiş olamazdı, tek çocuktu. Bunun anlamı tüm o çizimler ona mı aitti, peki ailesinin ondan sakladığı sırlar...
Gelecek bölüm görüşürz macera yeni başlıyor
Yorum yapmayı unutmayın
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Çiçeği
FantasíaYıllar önce sahip olduğu tüm anılarına en sevdikleri tarafından mühür vurulmuş bir çocuk. Son zamanlarda saklı geçmişinin ağlarından kurtulup yüzeye çıkan küçük hatıralar, kabuslar eşliğinde Ediz'in hayatını çekilmez bir şekilde alt üst etmişti...