Jisung ve Seunghee ile yemeğimizi yedikten sonra çok geçmeden ayrılmıştık ki saat yeterince geç olmuştu zaten. Uzun süredir geçirdiğim en güzel gündü, kendimi en normal hissettiğim gün... Kendimi en eskisi gibi hissettiğim gün...Jisung nasıldı acaba şu an? O da düşünüyor muydu beni? O da daha ayrılalı 1 saat bile olmamışken özlemiş miydi?
Ne zamandır eve dönerken kullandığım yol daha bir güzel geliyordu şimdi. Attığım adımlar daha güçlüydü, aldığım nefes daha anlamlıydı sanki... Ve ben mutluydum. Bunun sebebini bilecek kadar da farkındaydım her şeyin.
Eve gidip telefonumu şarja taktığımda Jisung'tan gelen merak dolu mesajları görmek mutluluğuma mutluluk katmıştı. Şarjım bittiği için cevap yazamamıştım o da defalarca kez aramış ve nerede olduğumu soran tonla mesaj atmıştı. Aramızda yaşanan onca şeye rağmen bana karşı hala bu kadar şefkat ve iyilik dolu olması, kendimden çoğu zaman iğrenmeme sebebiyet verse de şimdi yumuşacık hissetmeme sebep oluyordu. "Evet Minho" diyordum kendime "Hala sana sevgisini vermeye hazır bir insan var."
Her ne kadar duş almayı planlasam da günün tatlı yorgunluğuyla uyuyakalmıştım.
¬¬
Sabah istemsizce ıslık çalarak keyifle hazırlanırken, Jisung'u dışarı çıkarma fikri dolaşıyordu yine kafamda. Benimle Seunghee için vakit geçirdiğini biliyordum ama belki kabul ederdi baş başa bir yemeği. Sevdiğim bir parfümü üstüme neredeyse boca ettikten sonra, yaptığım planların alt üst olmamasını umarak arabama binmiş ve yola çıkmıştım.
Aslında evim ile şirket birbirlerinden çok uzakta kalmıyordu ama yine de arabayla gitmeyi tercih etmiştim. Belki ihtiyacım olurdu günün sonunda diye. Son zamanlarda çok sevdiğim şirkete yaklaşırken, kapıda gördüğüm 2 tanıdık yüz bana 'fazlalık olan kişi' olduğumu hatırlatmakta gecikmemişti. Sağ olsun dünya fazla mutlu kalmama izin vermiyordu.
Doyoung elini Jisung'un yüzünde gezdirirken, ben de korna çalmayı ihmal etmemiştim. "Günaydın Jisung. Dün gece çok güzeldi. Çok iyiydin. Teşekkür ederim." dedikten sonra otoparka sürmeye devam etmiştim.
Ne yapmıştım ben az önce? Jisung'u nasıl bir konuma düşürmüştüm? Az önce benden sonra hayatına devam etmeye çalışan kişinin bana gösterdiği ufak bir şefkatte şımarmış ve onun ilişkisine çomak sokmaya çalışmıştım. Halbuki düğün gününde onu Yuchan ile tanıştırdığımda, onun yaptığı tek şey bize mutlu dileklerini iletilmek olmuştu.
Arabamı park ettikten sonra hızlıca odama çıktım. Çok heyecanlanmıştım. Ve içimdeki kıskançlığın boyutu haddinden fazlaydı. Buna hakkım bile olmamasına rağmen kendimi büyük konumlara koyuyordum.
Odamda bir aşağı bir yukarı yürüyerek sakinleşmeye çalışırken, ki bu beni daha çok sinirlendirmekten başka bir işe yaramıyordu, kapımın aniden açılıp sertçe kapatılmasıyla sabah onunla ilgili mutlu hayaller kurduğum kişiyi karşımda bana nefretle bakarken bulmam bir olmuştu.
Derince bir nefes aldıktan sonra sakin bir sesle "Sen ne yaptığını sanıyorsun?! Sen kendinde bunu yapabilecek hakkı nereden buluyorsun? Beni ne konumuna soktuğunun farkında mısın?" diye sormuştu Jisung.
Onun için sorun çıkaran adam olmak çok ağırıma gidiyordu, fazlalık olmanın yükünü taşıyamıyordum. Tüm bu fazlalıklar beni derine çektikçe, onun yüzüne bile bakmakta zorlanıyordum.
"Bir şey yapmıyorum." dedim ben de sakince. "Bir anlık gelişen bir şeydi. Kendime hakim olamadım, üzgünüm." dediğimde, onun ağzından çıkan alaycı bir 'hıhlama' kulaklarıma dolarken başımı yerden kaldırıp yüzüne baktığımda gözlerinin dolmuş olduğunu gördüm.
"Sen her sinirlendiğinde böyle hayatımın içine sıçacak mısın peki?" dediğinde sesi eskisinden çok daha sinirli çıkmıştı.
Utanıyordum. Küçük bir çocuk gibi utanıyordum. O kadar çok yanlış yola sapmıştım ki şaşırmıştım yolumu artık, bulamıyordum nereye gideceğimi. Gözlerimin yanmaya başladığını hissederken, ne kadar ağlarsam ağlayayım içimdeki karanlığın silinmeyeceğini ve o boşluğun dolmayacağını bilsem de kendimi tutmaya gücüm yoktu. Sıcak damlalar yanağımdan çeneme bir yol çizerken "Bir daha olmayacak. Sınırımı koruyacağım söz veriyorum. Sadece beni kendinden uzaklaştırma." demiştim sesimin ağlamaklı çıkmaması için çaba sarf ederek. O da bu tavrım karşısında biras sakinleşmişti. Kollarını yavaşça vücuduma dolarken, bana karşı bu kadar iyi olması onun bir melek olduğunu düşünmeme neden oluyordu. "Ben seni hiçbir zaman kendimden uzaklaştırmadım Minho. Bunu yapan tek kişi sendin hep. Az önce beni patronuyla yatan biri gibi göstermiş olmana rağmen nasıl hala sana kızamıyorum anlayamıyorum." dediğinde, bunun yaptığım ve yüzüme vurulan kaçıncı hata olduğunu saymayı bırakmıştım bile.
Gözyaşlarımın omuzlarına akmasına izin verirken "Özür dilerim." diyebilmiştim. Sonunda sevdiğim adama hak ettiği özrü bahşedebilmiştim. Her ne kadar bu özür yaptığım binlerce hatadan teki için olsa bile...
Jisung sarılmayı bitirip "2 gün sonra doğum günümüz var. Felix ile art arda doğduk, ortak olarak kutlayacağız. Gelmek istersen davet beklemeden gel diyeceğim ama sanırım bu da bir davet oluyor zaten." diyerek ortada resmen elle tutulacak kadar somut olan gerginliği çekip çıkarırken bir kez daha minnettar kalmıştım ona. Sonrasında izlemiştim odadan çıkan bedeni ve ardından kapattığı kapıyı.
Bir süre daha odamda turlamaya devam ederek düşündüm her şeyi. Öfke doluydum kendime, her şeye, her şeyin böyle olmak zorunda olmasına.
Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde odamdaki eşyaları yerlere saçarken ve paramparça ederken tüm camları, şirkette olduğumu anlamam için sekreterimin iyi olup olmadığını sormak adına odamın kapısını tıklatması ve cevap alamadığından dolayı içeri girip yerde cam kırıkları içinde oturan beni görmesi gerekmişti.
"Bay Min..." demişti, yüzüne baktığımda gördüğüm 2 duygu vardı:
korku ve acıma
Bırakın bir şirketin patronu, dünyadaki en yüce insan olsaydım bile ; bulabilirdim bana acıyacak birini.
Sinirle ayağa kalktığımda sekreterim istemsizce bir adım geriye gitmişti. Etraftaki 'küçük dağınıklık' ona, kendisine zarar vereceğimi düşündürmüş olmalıydı. Elimden geldiğince sakin bir sesle "İyiyim." dediğim an "Ama çok kötü görünüyorsunuz." diye cevaplamıştı. Halbuki iyi göründüğüm zaman kimse üstelemezdi söylediğim sözleri. Bir iyiyim yeterdi o zaman çünkü bu kadar kolaydı insanları bir şeye inandırmak.
"Ama iyiyim. Şimdi çık odamdan ve kimseye bunu anlatma." dediğimde sesim biraz sert çıkmış olacak ki titrek bir sesle "Peki efendim." demişti sekreterim. Tüm bunları bir telefonla anında Chan'a yetiştireceğine yemin edebilirdim.
O çıktıktan sonra ben de odamda yerde dizilerimi kendime doğru çekmiş ve sarılmıştım kendime. Gücüm 2 gün sonra yıllardır yeni yaşına bensiz giren Jisung'a sarılmaya ve ondan tamamıyla vazgeçerek ikimizi de özgür bırakmaya yetecek miydi bilmiyordum ama bilmek için de yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Her şeyde olduğu gibi iş zamana kalmıştı yine. Ya yaralarımızı sararak bizi tedavi edecekti ya da kapanmayacak yaralarımız büyüyecekti gün geçtikçe...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
two wrongs don't make a right ¬¬ minsung
FanfictionMinho'nun gözleri yavaşça kapanırken, onun güçlü görüntüsünün altındaki yorgun benliği düşündürttü beni. Her zaman dayanıklı ve güçlü gözüken bir yapısı olmuştu. Hiç kırılmaz, hiç üzülmez... Ama ben biliyordum ki en çok o üzülürdü yaşanan her şeye...