Çabucak geçen 2 hafta sonunda hep kaçmaya çalıştığım ama zamandan kaçılamayacağını anladığım gün gelip çattığında, taktığım bir kravatın bile bugünü etkileyeceğini biliyordum.
Kelebek etkisi. Ding dong.
Seunghee bu olayın beni ne kadar etkilediğini bildiğinden üstüme gelmiyor, elinden geldiğince beni iyi hissettirmeye çalışıyordu ben ise ona minnettardım.
Minho'yu toplantı gününden beri görmüyordum ve Minho ile ilgili kimseyle konuşamıyordum çünkü her şeye rağmen ona karşı içimde bir şeylerin olması beni sinirlendiriyordu. Eminim ki Seungmin duygularımı anlayışla karşılayacak ve bana doğru olduğunu düşündüğü şeyleri söylecek ancak kararı yine de bana bırakacaktı ve ben onunla konuştuğumda daha iyi hissedecektim. Peki bizi hiçbir yere götürmeyeceğini bildiğimiz bu yolda dönüp durarak vakit kaybetmenin anlamı neydi?
Hazırlanıp bir yandan da kendimi elimden geldiğince sakinleştirmeye çalışarak Seungmin'i beklemeye başladım. O benden de stresli olmalıydı çünkü ortada sıkıntı çıkarma uzmanı bir Hyunjin vardı ve bu Hyunjin, onun yıllardır görüşmediği ama bir zamanlar hayatındaki neredeyse her şey olan eski erkek arkadaşıydı.
Aşağıdan korna sesi geldiğinde aceleyle botlarımı giydim ve en yakın arkadaşımın arabasına doğru ilerlemeye başladım. Isıtıcı açıktı bu yüzden arabanın içi sıcacıktı, Seungmin ile birbirimize selam bile vermeden çıktık yola.
Stresli olduğu her halinden belli oluyordu en yakın arkadaşımın. Direksiyonu parmakları bembeyaz olacak şekilde sıkıyor, her kırmızı ışığa küfrediyor, resmen bağırmaya yer arıyordu. Benim ise bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
7 gencin anılarıyla dolu olan küçük depoya geldiğimizde, kapıda üşümüş bir halde bekleyen Minho'yu görmek beni şaşırttığı kadar mutlu da etmişti.
Arabadan inerken, kendimi dikkatli olmaya davet ettim yüzüncü kez. Minho'nun yanına iyice yaklaşmış konuşmaya hazırlanıyordum ki Seungmin, benden önce davranarak selam tarzı bir şeyler mırıldanmıştı. Birbirlerine olabilecek en sıkı şekilde sarılmışlardı bunun ardından. Konuşacak pek bir şey yoktu, geçen yıllar için bir şeyler söylemek anlamsızdı bu saatten sonra. O yüzden uzatmadan cebimdeki anahtarı çıkararak açtım deponun kapısını.
Jeongin öldükten ve bazılarımız bir patika bularak değiştirdikten sonra yolunu, bu depoyu bir daha kullanmamak üzere temizletmiş ve eşyaların üstlerini örtmüştüm. Şimdi aynı bir hayalet evini andırıyordu ki bizler için pek yanlış bir tabir sayılmazdı bu.
Minho etraftaki tozdan biraz fazla bir şeklide öksürdüğünde onun için endişelenmekten alamadım kendimi. Birlikte olduğumuz süre zarfında hep çocukça davranan, arkası toplanan ben büyümüş ve düşünür olmuştum etrafımdakileri.
"İyi misin? İstersen arabada bekle biraz biz camları açalım, havalanınca gelirsin." dedi Seungmin eski bir arkadaşın yapması gereken bir şeyi yaparmış gibi. Ama bu amaçla yapmadığını biliyordum. Eski anıların verdiği merhamet ve sevgi vardı hepimizin içinde. Ne kadar büyümüş olursak olalım, zaman ne kadar değiştirirse değiştirsin bizi; biz birbirimiz için hala gizlice kazak içine kartopu sokan çocuklar olabiliyorduk bazen.
"Gerek yok." dedi ve boğazını temizledi Minho. "Hadi diğerleri gelene kadar toparlamaya başlayalım şuraları."
"Merhaba..." kapıdan ürkek bir ses bizi çağırdığında hepimiz baktık o tarafa.
Chan elinde bir sürü poşetle bize bakıyordu, aramızda en çok zorlanan oydu belki de ama yine de çok iyi dayanıyordu.
Minho koşarak elindekileri almaya gittiğinde Chan "Ben taşırım." diyerek kendi koydu içeriye. Her zaman yiyecekleri koyduğumuz bir köşe vardı, Seungmin düzensizliği hiç sevmediği için kızardı oradan başka yerde yiyecek gördüğünde. Chan aynı yere tüm poşetleri koyduğunda istemsizce gülümsedim.
"Yardım edebileceğim bir şey var mı?" dediğinde, ona doğru yaklaştım ve sarıldım boynuna. Beklemediğinden ötürü afallamış ama çok gecikmeden ellerini belime koymuştu.
Chan hep abim gibi olmuştu, Jeongin ile çıkarken tüm tavsiyeleri benden alır, Minho ile ilgili gizli saklı bilgileri benim için açığa çıkardı. Bir sorunum olduğunda ona koşardım ama işte zaman bizim dostluğumuzun da bir sonu olduğunu öğretmişti. Ona kafa tutacak kadar güçlü değildi, sağlam değildi aramızdaki bağ. Ama yine de şimdi onun yüzüne bakarken, kolları arasında olmanın hissettirdiği rahatlığı özlediğimi fark etmiştim işte. İstemsizce gözlerim dolarken ellerimi boynundan ayırdım ve yüzüne bakarak konuştum.
"Seni çok özledim hyung."
İçeriyi iyice topladıktan sonra Chan'ın getirdiklerini açmaya başlamıştık. Changbin de geldiğinde geriye Hyunjin kalmıştı ama kimse onun gelmesini beklemiyor gibiydi.
"Kola içmek isteyen?" diye sordu Chan, bu hepimizi gülümsetti. "Ben içmiyorum şekerli şeyler." dedi Minho. "Alkol içer o." diye ekledim ben arkasından. Bunu dedikten sonra kafasını çevirip bana bakmamıştı bile, bunu dikkatini çekmek için söylediğim halde.
Herkes ortalıkta yokken neler yaptığını anlatmaya başladı. Changbin, dövmecilikte ilerlemiş ve bir atölye açmıştı. Chan, Jeongin'in ölümünü atlatmak için uzun bir süre harcamış ardından da rastgele bir işte çalışmaya başlamıştı. Seungmin uzun uzun Felix ile tanımasını anlatmaya başladı.
"Jeongin öldükten ve Hyunjin tarafından terk edildikten sonra, kendimi alkole vermiştim. Yani zor bir dönemdi, atlatmama yardımcı olur sandım ama... eh... olmadı." bir süre durup hepimize baktıktan sonra devam etti. "Daha sonra bağımlılık için toplantılara gitmeye başladım. Hani şu halka şeklinde oturup saçma şeyler söylediklerimizden. İşte Felix orada eğitmenimizdi. Daha doğrusu eğitmenin asistanıydı ama çoğunlukla işleri o yapardı. Orada tanıştık. Nasıl oldu bilmiyorum ama yasak olmasına rağmen Felix bir gün çıkışta yemeğe davet etti beni. Kabul ettim, iyi ki de ettim. Sanırım bağımlı olmasaydım onunla tanışamazdım." diye bitirdi gülerek.
Minho ve ben birbirimize bakarak kimin ilk konuşacağını seçmeye çalışıyorduk içimizden. Minho "Ben İngiltere'deki şirkete geçtim. Bir süre çalıştım, geri döndüm. Bu kadar." diye konuştuğunda nasıl rahat olabildiğini sorguladım sadece.
"Biz de kızımlaydık hep." Minho'nun tepkisini ölçmeye çalışıyordum. "Seunghee biraz zor zamanlar geçirdi, tabii ben de. Ama beraber atlattık. Orada burada çevirmenlik yaptım, çok boş yaşamışım." Gülümsedim. Söyleyecek hiçbir şey bulamamıştım. Ortam sessizliğe büründüğünde konuştu Chan,
"Hadi mezarlığa gidelim."
Mezarlık depodan biraz uzaktı o yüzden yürüyerek gidemezdik. Chan motoruyla gelmişti, benim arabam vardı. Minho arabasını daha almamıştı, taksiyle gelmiş olmalıydı.
"Motorla sizi takip ederim. Dördünüz Jisung'un arabasıyla gidin, uygun mudur?" diye sordu Chan. Hepimiz onu onaylandıktan sonra yola çıktık.
Yol arabayla kısa sürüyordu, Changbin yol boyu konuşmuş Minho ise dışarıyı izlemekle yetinmişti.
Mezarlığın kapısından bile belli olan Jeongin'in mezarı çiçeklerle bezeliydi, hepsinin Chan'ın marifeti olduğunu biliyordum. "Biri tarafından bu kadar sevilmek... Güzel olmalı." dediğimde Minho bana bakmış ve "Bilmiyorum, öyle olmalı." demişti.
Delireceğim.
5 kişi mezarın başını çevrelediğimizde, Chan istemsiz ağlamaya başlamıştı. Ben kendimi tutmaya çalışsam da başaramamış ve 2 damla göz yaşıyla başlayan ağlamam, hıçkırıklara dönüşmüştü. Kollarımda bir baskı hissettiğimde döndüm, Minho gözlerimin içine bakıyordu. Başımı koydum uzun süredir koyamadığım göğsüne. Ben ağladım, o dinledi. Yorulmuştuk artık çabalamaktan, kendimizi tutmaktan, yalnız olmaktan. Hepsinden yorulmuştuk. Ve hepimiz çok özlemiştik Jeongin'i...
×××××××××
2K olduk sayılır 👉🏻💙👈🏻 hıırr seviyorum sizi ve bu fici.
Bu chanin ağırlıklı son bölümdü diyebilirim. Artık daha çok minsung ağırlıklı bölümler yazacağım ve seunglix çok arkada kaldı gibi belki onlara da yer veririm, bilmiyorum. Umarım güzel gidiyordur fic.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
two wrongs don't make a right ¬¬ minsung
Fiksi PenggemarMinho'nun gözleri yavaşça kapanırken, onun güçlü görüntüsünün altındaki yorgun benliği düşündürttü beni. Her zaman dayanıklı ve güçlü gözüken bir yapısı olmuştu. Hiç kırılmaz, hiç üzülmez... Ama ben biliyordum ki en çok o üzülürdü yaşanan her şeye...