Bu biraz geçiş bölümü gibi, hafif sıkıcı :")
Ama yine de her satıra yorum yapabilirsiniz çünkü okurken eğleniyorum.
Keyifli okumalar diliyorum <3×××××××××××××××
"Baba çok yakışıklı oldun." Kızım bana hayran hayran bakarken, kendimin de ona katıldığını fark etmiştim. Uzun süredir bu kadar süslediğimi hatırlamıyordum. Minho'nun varlığı bile bozmuyordu moralimi.
Zaten hiç bozmazdı ki...
En kısa zamanda Seunghee ile Minho meselesini konuşmam gerekiyordu. Babasının kim olduğunu bilmeye hakkı vardı. Ona Minho'yu hiç anlatmamıştım doğru düzgün. Minho gittiğinde çok küçüktü ve onu pek hatırlamıyordu. Gözlerini, sevgisini, altın kalbini hatırlamıyordu...
Ne kadar zaman geçerse geçsin, ne kadar su akarsa aksın o köprünün altından kalbim sanki yeni doğmuş bir çocuk gibi yaşamın verdiği ilk heyecanla atıyordu Minho'yu düşündüğümde. Sanki yaşamak için o ilk nefesi alıp yakmam gerekiyormuş gibi ciğerlerimi, öyle acıyordu aynı zamanda canım.
Birini çok sevmek ve birine aşık olmak arasında çok fark olduğunu öğretiyordu Minho bana. Çok sevdiğin kişiden elbet bir gün vazgeçebilirdim. Minho'yu da çok sevdiğimi düşünmüştüm. Ama hayır... Minho'ya deliler gibi aşık olan ben, kendimden bile vazgeçebilirdim onun için. Çünkü kendimi 'çok seviyordum.'
Aşağıdan çalan korna sesi beni meraklandırırken Seunghee "Düğündeki yakışıklı gelmiş." dediğinde, düğünde tanımadığı hangi yakışıklı olduğunu düşündüm. Seunghee'nin koşarak kapıyı açması ve Minho'nun gülümseyerek ona bakmasını gördüğümde içimdeki geçmişe olan özlemi daha fazla tutmamış ve gözlerimin dolmasına engel olamamıştım.
"Şey... Jackson'ın işi çıkmıştı. Ben almaya geldim." dedi Minho utangaçça. Halbuki eskiden hiç utanma olmazdı aramızda. Biri utandığında çok garip gelirdi.
"Tamam... Gidelim. İlk Seunghee'yi komşumuza bırakmam lazım."
Kızımın elini tutup götürüyordum ki "Baba dur. Bizi tanıştırmayacak mısın?" dedi.
Tabii. Tabii...
"B-ben Minho. Memnun oldum. Jisung Bey ben aşağıda bekliyorum." dedi ve gitti Minho. İçine akıtmaya çalıştığı gözyaşlarını daha fazla gizleyemecekti eğer kalsaydı.
"Seughee hemen yukarı çıkıyorsun. Hadi." dedim hala az önceki durumu düşünürken. O da sözümü ikiletmeden merdivenleri çıktı ve eve girdiğinden emin olduktan sonra ben de aşağı indim.
Minho arabanın içinde bekliyordu. Hızlıca yan kapıyı açıp oturdum bana bakmasını beklerken ama bakmadı. Soğuktan ellerimi birbirine sürterken Minho'nun hareketsiz bir biçimde oturduğunu fark ettim. Elimle sakince koluna dokunduğumda bana döndü ve sildi biriken gözyaşlarını. Hemen klimayı açtıktan sonra restorana doğru sürmeye başladı.
Her şey çok güzeldi.
Eğer Minho ile geçmişimin kötü kısımlarını unutabilseydim her şey çok güzeldi.
Yol boyu hiç konuşmamıştık. İkimiz de hiç olmadığımız kadar dalgındık. Ona sormak istediklerim vardı. Ama nasıl soracaktım? Hangi yüzle soracaktım? Nerede kalıyordu? Şirketin başına nasıl geçmişti onca yıl yurt dışında kaldıktan sonra?
Minho arabayı durdurduğunda ve inerken arabadan kolunu tutarak "Biraz konuşabilir miyiz?" dedim. Düğünün üstünden neredeyse 3 hafta geçecekti ve ben daha yeni toplayabilmiştim cesaretimi. "Geç kalacağız. Sonra konuşalım." dedi ve çekti kolunu ellerimin arasından. Topladığım tüm cesaret parçalanarak yere dağılırken, bunun hiçbir önemi yokmuş gibi indim arabadan.
Jackson kapıda bizi bekliyordu. "Jisung ben alacaktım seni aslında ama Minho Bey-"
"Ama Jackson'ın işi çıktığı için ben gelmek zorunda kaldım." diye sözünü kesti Minho.
Ve hemen içeri geçti.
Ben ise az önce yaptığı hareketin kalbime getirdiklerini düşünerek attım adımlarımı içeri doğru...
Masada oturan Bay Min ve arkadaşım Donghun'a selam verdikten sonra; Jackson'ın yanına, cam kenarına ve Minho'nun da tam karşısına oturmuştum. O gözleriyle tabağı eşelemekle meşguldü benim ona bakan gözlerimin aksine.
Artık sizin aranızda bir şey yok Jisung o yüzden şu gözlerini çek onun üstünden.
Gözlerimi ondan ayırarak gelen menüye çevirdim. Bay Min Jackson'ın yanından "Yengeç sever misin Jisung? Tadı çok güzeldir dediğinde Minho hemen "Sevmez. Jisung vejetaryen besleniyor. Bezelye de sevmez, ağır tatlıları da. Kırmızı değil beyaz şarap sever, ağır içkiler de midesini ağrıtıyor" demişti benim yerime. Yüzünde kızgın bir ifade vardı. Derin bir nefes aldım ağlamamak için. Hayatımdan sadece defolup gitmesini istiyordum, hayatından sadece defolup gitmek istiyordum ama ikimiz de yapamıyorduk bunu.
Bay Min de benim gibi derin bir nefes aldıktan sonra gülümsedi sadece. Ben ise durumun kapanması adına makarna ve beyaz şarap sipariş ederek -tam da Minho'nun dediklerini doğrular nitelikteydi bu yaptığım aslında- yerime iyice gömülmüştüm.
Misafirlerimiz gelene kadar birbirimizi kızdırmadan bir sohbet sürdürdük sakince. Klasik iş arkadaşları gibi, her günü beraber geçirmemize rağmen hiç tanımıyorduk birbirimizi.
Buraya doğru gelen biri zayıf ve uzun bir kadın ve bir adamı gördüğünde Bay Min'in ayağa kalkmasıyla misafirlerimizi görmüş oldum ilk defa ben de. Minho şirket sahibi olarak Bay Min'den sonra ayağa kalksa da ilk selamlayan kişi olmuştu. Fransız kadın çok güzel, erkek ise yakışıklı olmasa da bakımlı ve şıktı. Minho'nun eli onların ellerine değerken, içimdeki kızgın Jisung'u susturamıyordum.
Çünkü ona aşık olan aptalın tekiydim
Ve umarım bu yemeği sağ salim atlatabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
two wrongs don't make a right ¬¬ minsung
أدب الهواةMinho'nun gözleri yavaşça kapanırken, onun güçlü görüntüsünün altındaki yorgun benliği düşündürttü beni. Her zaman dayanıklı ve güçlü gözüken bir yapısı olmuştu. Hiç kırılmaz, hiç üzülmez... Ama ben biliyordum ki en çok o üzülürdü yaşanan her şeye...