NCT127 - No Longer
Bu şarkıyı genel olarak ficimizle çok uyumlu buluyorum, bölümü yazarken kafamda full bu çaldı. Paylaşmak istedim. Nedense bu bölüm beni çok üzdü. İyi okumalar, umarım siz de üzülürsünüz skslfkslfkslfl
××××××××××××
"Bir şeyler ister misin? Yiyecek, içecek? Çikolata, şeker?" Heyecandan seçemediğim kelimelerle derdimi anlatmaya çalışıyordum ve tek korkum Seunghee'nin benden hoşlanmamasına sebep olacak bir şey yapmamdı. Jisung'un bizi birleştirme çabası beni inanılmaz iyi hissettiriyor, uzun zamandır bu kadar iyi hissetmeyen bedenim yanlış bir şeyler döndüğünden şüpheleniyordu.
"Babam şekerli şeyleri yememem gerektiğini söylüyor. Ben de pek sevmiyorum zaten. Ama sandviç yiyebilirim çünkü acıktım." dedi Seunghee. Bana karşı bu kadar rahat olması, beni de rahatlatıyordu. Acaba şu an karşısında onu 5 yaşında terk eden babası olduğunu öğrense ne hisseder diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi. O zaman bırak benden sandviç istemeyi, yüzüme tükürmese teşekkür ederdim sanırım. Ben onun babasını üzen adamdım, evin huzurunu bozan adamdım, pamuk prenseste kötü kalpli cadıydım, bu hikayede sonu kötü bitecek olandım.
"O zaman hemen yeşillikli bir sandviç söylüyorum." dediğimde bana kocaman gülümsemişti. Bir çocuğu mutlu etmek bu kadar kolaydı işte.
Sandviç gelene kadar saçma şeylerden söz etsek de Seunghee'nin bir derdi vardı, bunu anlıyordum. Bana söylemesini nasıl sağlayabileceğimle ilgili bir fikrim olmadığından devam ettim hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya.
"Aslında düğüne gelirken giydiğim mavi elbisemi giyecektim ama babam biraz abartılı olur dedi." Ağzındaki tüm sandviçi görmüştüm konuşurken.
Bir süre düşünür gibi oldu ve "Sen babamın yakın arkadaşı mısın?" dedi birdenbire. Ne cevap vereceğimi bilememiştim. "Eskiden yakındık ama sonra açıldı biraz aramız." dediğimde bana şüpheyle bakmış ve "Ne kadar yakın?" diye sormuştu.
Cevap ver Minho. Ne kadar yakın?
"Çok. Yani nasıl anlatabilirim bilmiyorum-"
"Beraber bir çocuk sahiplenecek kadar diyebilirsin." demesiyle kafamın yerden aniden kalkarak onun yüzüyle buluşması bir olmuştu.
"Babam hiçbir şey fark etmiyorum sanıyor. Eve gelip ağladığını duymuyorum, sürekli dolu gözlerle bir yerlere daldığını görmüyorum, Seungmin ve Felix ile konuştuklarını anlamıyorum sanıyor ama her şeyin farkındayım ben. Düğün günü seni gördüğünde çok şaşırmıştı, o zaman çok önemsememiştim ama ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi gelmedi bana." Gözleri dolmuştu küçük kızımın. Ben de ağlıyordum, ona her şeyi açıklamak istiyor ama bunu yapamayacağımı biliyordum.
"Beni bir başıma bıraktın, yıllarca yoktun ve şimdi de gelip babamdan bizi buluşturmasını mı istedin? Buna ne hakkın vardı ki? Seni hemen affedeceğimi, boynuna atlayıp ne kadar özlediğimi söyleyeceğimi mi sandın? Bana yapacağın bir açıklama bile yok. Ne yani ilk önce arkadaş mı olacaktık? Sonra ben seni birden kabullenecek miydim?"
Karşımdaki küçük kız bana hiç de yaşına uygun olmayan ağırlıkta cümlelerle gelirken, bizi geçen günlerden çok o günlerde yaşadıklarımızın büyüttüğünü anlatıyordu bana aynı zamanda. Annesi babası onu bırakan bu kız, yeniden aile sevincini yaşamaya başladığı sırada aynı darbeyi almıştı benim tarafımdan. Terk edilmişti, yalnız bırakılmıştı, umursanmamıştı. Olaylara benim tarafımdan da bakmaya çalışmıştı büyük ihtimalle ama asla ben olmadan tamamlayamazdı bu görevi.
"Ben seninle görüşmek istemedim." Battıkça batıyordum. "Yani o anlamda değil. Tekrar hayatına girip mahvetmek istemedim. Jisung ısrar etti, senin benimle tanışma hakkını elinden almak istemiyor. Çok iyi bir babaya sahipsin Seunghee."
"Keşke bir taneye daha sahip olabilseydim."
Geldiğimden beri doğru düzgün sarılıp, kokusunu içime çekemediğim kızım ; minik adımları ile yürüyüp odamın kapısını özenle kapatarak gittiğinde, bu hareketi babasından aldığını düşündüm. İkisi de kapılarını kapatmışlardı bana. Ben her şeyi yıkıp geçmiştim ve artık yerim yoktu onların hayatında. Ve bana anlatmak istiyorlardı bunu. İkisi de çok kırgındı, kırmak istiyorlardı beni de...
Bir süre daha koltuğumda sabit bir şekilde oturup yeri izledikten sonra kalktım ve çıktım şirketten. Jisung'u görememiştim ki bu istediğim son şeydi. Sekreterimden sabah aldığım arabanın anahtarını takmaya çalışırken titriyordu elim. İstemsizce derin ve sesli nefesler alırken, bu nefeslerin yerini hıçkırıklara bıraktığı yeri kaçırmıştım. Kafamı direksiyona yaslayıp, hıçkırarak ağlarken anladım ki gerçekten yalnızdım ben. Şu an omzumu sıvazlayacak kimsem yoktu, gitmek istesem dur diyecek kimsem yoktu, beni hayatında isteyen kimsem yoktu. Kimse için bir gereklilik değildim. Chan ve Changbin için önemli bir arkadaştım ama ben olmadan yapamazlar mıydı? Jeongin'in başında ağladığı gibi ağlar mıydı benim başımda da Chan? Bir mezarda gömülü, bedeni çürüyen Jeongin'den bile daha yalnızdım ben ve bunu kendim seçmiştim. Peki her şeyin suçlusu ben miydim? Kelebek etkisi miydi gerçek olan yoksa kader mi? Her ikisi bir aradaydı belki de. Yaptığım bir yanlışla tüm hayatımın içine ederek kaderim olan sonuca ulaşıyordum. Kaderimin içindeydi bu kelebek etkisi.
Hayatımda önemsediğim her şeyi tamamen kaybettiğimi düşünürken, umutsuzlukla sildim göz yaşlarımı. Ağlamanın bana hiçbir şey kazandırmadığının farkındaydım ama kaybettirmiyordu da öyle değil mi? Titreyen telefonumu alarak okudum Chan'dan gelen meraklı mesajları. Kısa bir iyiyim ile herkesi rahata erdirebilirdim. Chan arkadaşlık görevini yapmış ve bana hal hatır sormuş olurdu. Ben ise varlığımın gereksizliği ile bir başıma kalmış... İyiyim yazdım ama çok ihtiyacım vardı 'gerçekten iyi misin?' diye sormasına. Sanki sorsa, boşaltacaktım içimdeki karanlık yükü, anlatacaktım her şeyi, ağlayacaktım. Ama sormadı, Jeongin olsaydım sorardı diye düşündüm ve buruk bir şekilde gülümsedim yalnızlığıma arabamı yalnızlığımı yüzüme vuran bomboş evime doğru sürerken...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
two wrongs don't make a right ¬¬ minsung
FanfictionMinho'nun gözleri yavaşça kapanırken, onun güçlü görüntüsünün altındaki yorgun benliği düşündürttü beni. Her zaman dayanıklı ve güçlü gözüken bir yapısı olmuştu. Hiç kırılmaz, hiç üzülmez... Ama ben biliyordum ki en çok o üzülürdü yaşanan her şeye...