19 - içimdeki anlamsız savaş

919 148 60
                                    


umarım hata yoktur, iyi okumalar diliyorum

×××××

"Bu balonlarda kırmızı yok ki!" diye bağırdı Felix. Onun bu heyecanlı hali beni gülümsetmişti. Sabahtan beri bir oraya bir buraya koşarak etrafı süslemeye ve yemeklerin hazırlığıyla uğraşıyordu.

"Dur artık Felix. Biraz sakinleş." diyerek sevgilisinin dudağına bir öpücük kondurdu Seungmin. Felix daha fazlasını isteyen bir ifadeyi yüzüne yerleştirdiğinde benim de orada bulunduğumu hatırlatmak adına boğazımı temizlemiştim. O da bana dil çıkararak "Sanki sen hiç yapmadın." dediğinde yanımdaki yastığı ona atmaktan geri kalmamıştım ben de.

Elimdeki balonları şişirirken "Minho'yu davet edecek misin?" demişti Seungmin. Ben de mırın kırın ettikten sonra utangaç bir şekilde "Ettim." diye mırıldanmıştım ama sesimin duyulup duyulmadığından emin değildim.

"Anladım." demiş ve gerçekten de anlıyormuş gibi bakmıştı yüzüme en yakın arkadaşım, dediklerimi duymuştu anlaşılan.

Aslında bugün Minho ile düzgünce konuşmak istiyordum. Geçen gün Doyoung ile konuşmama verdiği tepki, yaptığı hareketler ben de hala bir şeyler istediğine dair bir düşünce doğuruyor ve beni umutlandırıyordu.

Umutlanıyordum.

Buraya geldiği ilk gün anlamıştım onu unutamadığımı. Ama bir sevgilisi var demiştim kendime, aradan çok uzun zaman geçti demiştim, her aşk ölene kadar sürmüyor demiştim.

Tam doğrulup bir şeylere yeniden başlamak istediğimde, onu unutmak istediğimde, geride bırakmak istediğimde anında orada bitiyor ve buna izin vermiyordu.

Ben de bugün buna son vermek istiyordum. Bir sevgilisi varken bana böyle yaklaşması çok yanlıştı, bana duygularını açık açık söylemeliydi. Neden gittiğini açıklamalıydı, belki affederdim onu.

Dışımdan ne kadar affetmediğimi söylesem de içimde bir parçanın onu çoktan hatta ilk gördüğüm gün affetmiş olduğunu biliyordum. Bunu kabullenmeyi istemesem de gerçek buydu.

Yıllardır onsuz kutladığım doğum günlerimden bir yenisinde, hayatımdan onu tamamen çıkarmak istiyordum. Yeni yaşıma koyduğum ilk hedefti bu.

Felix ve Seungmin siparişini verdikleri büyük pastayı almak için pastaneye gittiklerini söylediklerinde, ben de düşüncelerime ara vererek mutfakta kalan son işleri halletmeye karar vermiştim.

Daha onlar gideli çok olmadan kapı çaldığında acaba neyi unuttular diye düşünerek kapıyı açsam da karşımda kimsenin beklemediği kişiyi görünce emindim ki şaşkınlığımı o da yüzümden anlamıştı.

"H-hoş geldin Hyunjin."

İkimiz de bir süre birbirimize bakmış ve birinin konuşmasını beklemiştik, galiba onu içeri davet etmem gerekiyordu.

"Umm, içeri geçmek ister misin?"

Yüzünde utangaç ve belki de biraz rahatsız bir gülümseme ile içeri geçerken neden geldiğini düşünüyordum. Neden şimdi? Neden Jeongin'i anarken değil? Neden şimdi? Neden tam şu an?

Bir süre sessizce koltukta oturduktan sonra boğazını temizleyerek başlamıştı konuşmaya Hyunjin.

"Şimdi neden geldiğimi merak ediyorsundur... Haklı olarak... Aslında... Doğum gününü kutlamak için geldim. Yani... Doğru mu yapıyorum bilmiyorum ama..." Bir süre yüzüme baktıktan sonra kol çantasından küçük bir hediye paketi çıkarmış ve ortamızda duran masaya koymuştu. Gerçekten şaşırmıştım. Onunla bırakın doğum günümde görüşmeyi, bir daha birbirimizi göreceğimizi bile düşünmüyordum. Ama olan yine olmuştu işte, şimdi karşımda bana eski günlerdeki sıcak bakışlarıyla bakıyordu.

"Eminim bana çok kızmışsınızdır Jeongin'i anmaya gelmediğim için ama benim de kendimce düşüncelerim var Jisung. Ve o anmanın bana iyi geleceğini düşünmüyordum. Lütfen bunun için bana kızma." dedikten sonra masadaki kutuyu yavaşça önüme sürüklemişti.

Eskiden Hyunjin ile hiç ayrılmayacağımı düşünürdüm, sonsuza dek en yakın arkadaşlarımdan olacaktı. Zaman geçtikçe daha da çok değer verecektik birbirimize ve birlikte geçirdiğimiz zamanlar arttıkça yetmeyecekti bir önceki saatler bize.

Ama hiçbir şey sandığım gibi olmamıştı. Şu an yumuşakça bir ifadeyle yüzüme bakan arkadaşıma bakarken tek hissettiğim acıydı ve aldığı hediye onunla çoktan bitmiş arkadaşlığımızın bir sembolü belki de mezarı gibi geliyordu gözüme.

İkimiz de bir süre daha parmaklarımızı inceledikten sonra Hyunjin ayaklanmıştı yavaşça. Şu an onu durdurup akşamki partiye kalmak ister mi diye sormam gerekse de bunu yapmayacaktım. Peki Minho'yu yaptığı tüm hatalara rağmen tüm gücümle sararken; kendince doğruları yapmış, Minho da kendince doğruları yapmıştı gerçi, karşımda duran siyah saç telleri alnına nazikçe dökülen bu çocuğa nefretim nedendi?

"Tekrar doğum günün kutlu olsun." dedikten sonra aceleyle sarılmıştı bana. Sanırım onun da çok kalası yoktu ya da fark etmişti içimde verdiğim anlamsız savaşı. Belki buraya bir şeyleri düzeltmek için gelmiş umduğunu bulamamıştı belki de aramızda kalan son bağın da koptuğunu görmek içindi bu ziyareti. Ya da üzerinde düşünülmesi gerekmeyen basit bir şey de olabilirdi.

Hyunjin'in merdivenlerden inişini izlemiştim ben de gözden kaybolana kadar. Kapıyı kapattığımda ve onu geri çağırmak için elimde bulunan tüm süreyi kapının arkasına yaslanarak dimdik ayakta geçirdiğimde, içimde pişmanlıktan eser yoktu. İçimde herhangi bir duygudan eser olduğunu da söyleyemezdim.

Mutfağa geri dönerek kalan son işleri de halletikten neredeyse hemen sonra Seungmin ile Felix gelmiş, onları görmek bende yeni bir iç savaş yaratmıştı. Seungmin'e, Hyunjin'in geldiğini söylemeli miydim? Hyunjin ona vermem için bir hediye getirmemişti ve geldiği vakte bakarsam kapıda Seungmin'i görmüş olmalıydı. Muhtemelen ona gözükmek istememişti.

Ayrıca yeni evlendiği eşinin, ki bu eş dünyalar tatlısı Lee Felix'ti, doğum gününde eski mevzularla can sıkmanın anlamı neydi?

Felix pastayı kocaman bir şekilde gülümseyerek bana gösterirken, Seungmin de hayran bir şekilde ona bakmakla meşguldü. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştık sanırım tüm gün hazırlık yaptığımız için olmalıydı bu.

Zil çaldığında Seungmin heyecanla bizi içeri yollamış ve koşarak açmıştı kapıyı.

Zaten kendi doğum günü partimizi kendimiz veriyorduk, neden haberimiz yokmuş gibi davrandığına anlam veremiyordum. Bizden daha heyecanlıydı.

Çok insan çağırmamıştık partimize. Felix'in birkaç arkadaşı, eski arkadaşlarımız ve Seungmin'in iş yerinden birkaç kişi. İlk gelenler de eski arkadaşlarımızdı.

Chan ve Changbin hyunglar ellerinde ikişer hediye ve yüzlerindeki samimi gülümsemelerle içeri girdiklerinde gözlerim yanlarında üçüncü bir kişiyi aramıştı.

"Minho yok mu?" demişti Seungmin. Her ne kadar Minho'ya olan sevgimi desteklemese de bunu benim için yaptığını biliyordum. Bu nedenle en yakın arkadaşımdı. Her zaman arkamda duracaktı.

Chan'ın ne söyleyeceğinden emin olamadığı 1-2 saniye sonrasında "O Yuchan ile..." diyebilmişti sadece.

Yine her şeyi düzeltmeye çalışırken Minho beni durdurmuş ardından ümitlendirmiş ve yeniden kaçmıştı sığınaklarından birine.

Herkes gelmişti, birileriyle bir şeyler konuşmuştum ama aklım bu evden çok uzaklardaydı. Pastayı kestikten sonra hediyelerimizi alırken Chan hyung konuşmak istemişti benimle. Tüm akşam moralim inanılmaz bozuktu, yine hayal kırıklığı ile dolmuştu içim ama ne konuşacağını merak ettiğim için gittim yanına. Ve tabii ona duyduğum saygının da etkisi büyüktü.

Mutfağa geçer geçmez "Jisung bu konuyu saklamak artık çok ağır geliyor bana... Sana her şeyi anlatacağım hatta istersen göstereceğim." demişti endişeli bir yüz ifadesiyle. "Ne dediğini anlamıyorum hyung. Konu Minho ile mi ilgili?" dediğimde sakince kafasını sallamıştı evet anlamında. Sanırım artık yıllardır Minho'nun yokluğunun sebebini öğrenme vaktim gelmişti. Peki şimdi ben öğrenmek istiyor muydum?

two wrongs don't make a right ¬¬ minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin