"Konuşmayacak mıyız?" diye sormuştum en sonunda dayanamayarak. Aslında dayanamayarak demek doğru olmazdı pek çünkü epey dayanmış, onu beklemiş ve bunun yeterli olduğuna karar vermiştim kendimce.
"Neyi?" diye cevap vermişti bana. Gözleri hala dışarıdaki yağmuru izliyordu ve ben dolu olduklarını biliyordum. Sesi çok yorgundu belki de bıkkın. Bıkmıştı belki sürekli etrafında onu daraltıp durmamdan, rahatsızdı belki gerçekten burada olmamdan.
"Bilmem." demiştim ben de tüm bu düşüncelerden sonra. "Belki konuşmamız gerekenler vardır ama yalnızca sen istersen konuşabileceğimiz şeylerdir bunlar."
Onu sıkmak istemiyordum, yanımda eskisi kadar rahat hissetmesiydi tek arzum. Ya da daha küçük bir hedef koymak istersem yüzüme bakması bile yeterli oldurdu şu an için.
"Benim konuşmak istediğim bir şey yok." dediğinde derin bir nefes vermekten kendimi alamadım.
"Tamam dedim ardından. "Sanırım biraz daha bekleyebilirim."
Odadan bir süreliğine çıkarak Donghun'dan Seunghee'yi almasını ve ben gelene kadar ona göz kulak olmasını istedikten sonra kapıda bekleyen Yuchan'ın yanına ilerlemiştim.
"Ne diyor doktorlar?" diye başlamıştım konuşmayı.
"2 hafta daha tedaviye devam edecekler. Sonrası Minho'ya kalıyor." diye cevap ver vermişti o da.
"Sen gece burada mısın?"
"Chan ve Changbin ile dönüşümlü kalıyoruz. Benim sıram."
"Ne zamandır sürüyor bu? Yani hastaneler, şirketler, yurt dışı, hastanelerde sabahlamak?"
"İngiltere'de tedavi alırken yalnız ben vardım. Zaten orada yaşıyordum, Minho ile çocukluk arkadaşıyız. Sonra onu bırakmak istemedim, buraya döndüm. Hastaneye geliş sıklığı değişiyor, işleri idare edebilecek sağlıkta olduğu zamanlar evde sürüyor tedavisi ama şu an da gördüğün gibi... Chan ve Changbin de eklendi sonradan. Buraya dönünce yani... Ne zaman hastanede kalması gerekirse o zaman kalıyoruz biz de..." derken hafifçe gülümsemişti.
"Anladım. İsterseniz hepiniz bu gece dinlenin, ben tüm gece kalırım. Elimden geleni yaparım bu konuda da." dedikten sonra Yuchan'ın gülümsemesi genişlemişti. Önce tek elini omuzuma koymuş ardından da çekerek sarılmıştı bana. İkimizin de şefkate ihtiyacı vardı son zamanlarda.
Yuchan'ı eve yolladıktan hemen sonra odaya döndüğümde Minho'yu uzanır pozisyona geçmiş tavanı izlerken bulmuştum.
"Az önceki yerime tekrar oturduğumda, ki bu yer Minho'nun yatağının yanında bulunan bir koltuktu, sonunda ilk hedefime ulaşmış ve Minho'nun bir bakışını kazanmıştım.
"Yuchan gitti mi?" diye sormuştu, bana sorduğu ilk soru buydu. Sesi uzun süre konuşmamasından dolayı cızırtılıydı ve boğazını temizlemek zorunda kalmıştı bundan dolayı.
"Gitti ama istersen geri çağırabilirim çok uzaklaşmamıştır." diyerek ayaklanmış ve telefonumu aramaya başlamıştım anında. Minho'nun kalmamdan rahatsız olacağını düşünmemiştim hiç ama şu an öyle duruyordu.
"Gerek yok." demiş ve yine cama dönmüştü Minho. Ben ise günün getirdiği şaşkınlık, heyecan ve sinirle dolan gözlerimdeki yaşların akmasını engellemeye daha da önemlisi Minho'nun onları görmesini engellemeye çabalıyordum.
Uzun süre konuşmadan oturduk. Buraya geldiğimde zaten akşam vaktiydi ama şimdi iyice kararmıştı her yer. Ay sahte ışığı ile bir nebze aydınlık sağlasa da karanlık hükmünü sürdürğyordu.
"Orası rahat değildir, yanıma gel istersen." demişti Minho aniden bana dönerek. Daha önceden yine söylemiştim birden küçük bir çocuğa dönüştüğünü. Az önceki soğuk davranışları için pişman ve özür diliyor gibi yana kayarak yer açmıştı benim için.
Bana söylediği 2. şey buydu.
Tabii ki böyle bir teklifi reddetmek istememiş ve atmıştım kendimi özlediğim kollarına.
Burnunu saçlarımda hissedebiliyordum, dışarıdaki rüzgarın sesi vardı kulaklarımda. Onunla geçirdiğim vakitleri seviyordum. İçimde vicdan azabı duymadan ona sarılmayı, her zamanki gibi kollarında olmayı, onun nefes sesleriyle rüzgarın sesinin ahengini özlemiştim. Şimdi ise bunlara yeni kavuşmuşken kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Ama yine de hepsini içimde tutarak onun bana sarılmasının tadını çıkarmak istesem de bugün bu hissi yaşaması gereken ben değildim. Yavaşça Minho'nun kollarından çıkarak kendi kollarımla onu sardığımda ve kafasını göğsüme koyduğumda sadece ne yaptığıma anlam vermeye çalışarak bakmıştı yüzüme. Ardından da kafasını iyice göğsüme gömmüştü.
Sanırım bunu daha çok sevmiştim.
Yavaşça saçlarını okşarken, gözyaşlarının akmasına izin vermişti o da. Hiçbir şey söylememiştim, hiçbir şey söylememişti ama çok iyi dinlemiştik birbirimizi. Kalplerimiz konuşuyordu şimdi, söylediklerini de sadece onlar anlıyordu.
Minho'nun uykuya dalması uzun sürmemişti zaten hiçbir zaman da sürmezdi. Ben de direniyordum uykuya karşı çünkü o zaman savunmasız kalırdık ikimiz de, halbuki benim ikimizi de savunmam gerekiyordu.
Düşündüm, düşündüm, düşündüm... Gün ağarana kadar hayatımın her bir saniyesini, Minho'ya dair her küçük ayrıntıyı düşündüm. Yarın ne yiyeceğimi de düşündüm Minho ile nasıl konuşacağımı da... Güneş ışığını saçmaya başlayana kadar direndim beni esir almaya çalışan uykuya.
Yanımdaki beden yavaşça gözlerini açmaya başladığında masalın bitmesi korkutmuştu beni. Gün doğar ve büyü bozulurdu, gitmesi gereken gider; herkes olduğu yere dönerdi gün doğduğunda. Öyle olmamasını umarak izledim Minho'nun yeni bir güne başlamasını. Gözlerini açıp etrafı bir süre seyrettikten sonra bana bakmasını, beni görmesini. Gözlerinde oluşan tanımaz ifadeyi, kim olduğumu çözmesini, bunun ardından gelen şaşkınlık ve mutluluğu.
"Günaydın" demiştim hemen bunların ardından. O da aynı şekilde karşılık verdikten sonra kalkmıştı geceden beri neredeyse hiç kıpırdamadan yattığı kolumun üstünden. Ben de haliyle fazlasıyla uyuşan kolumu iyileştirme çalışmalarıma başlamıştım. Gece her ne kadar fark etmesem de fazlasıyla ağrımıştı.
"Kolun için üzgünüm. Ama epey rahattı." demişti Minho, haylaz bir ifade vardı yüzünde. Masadaki tüm meyveyi yedikten sonra kızmayacağını bildiği annesine bunu hafif sırıtarak ama yumuşak bir biçimde söyleyen küçük bir çocuğu andırıyor gibiydi. Ve bunun beni bu kadar mutlu etmesi şaşırtıcıydı. O kadar mutlu olmuştum ki her gece feda etmeye hazırdım kolumu.
"Bugün eve gidebilirim. Doktorlar genelde 1 geceden fazla tutmuyorlar beni hastanede. Bana gelmeni istesem... Yanlış yapmış olur muyum?" dediğinde tüm çabalarım meyvesini vermişti işte. Şimdi sırıtma sırası bendeydi. "Kolum için istiyorsan almayayım." dediğimde ikimiz de iğrenç bir espri yaptığımı biliyorduk ama gülmüştük işte. Sanırım ihtiyacımız vardı fazlasıyla.
"Seunghee'yi de getirmemi ister misin? Ona durumunu açıklama konusunda emin değilim henüz ama açıklamazsam da anlayacağını düşünüyorum." dediğimde hastaneden çıkmış Minho'nun arabasına biniyorduk. Minho beni dinledikten sonra onaylar bir şekilde başını sallamıştı, sabah güzel bir başlangıç yapsak da ikimiz de farkındaydık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığının. Ve Minho hala hastalığı hakkında düzgünce oturup konuşmayı düşünmüyordu anlaşılan.
"Onu da alalım, bana geçelim. Konuşmak için henüz hazır değilim ama en kısa zamanda yapmamız gerektiğini de biliyorum." dediğinde gözlerimi açık tutmak için kendimi zorluyordum. Böyle çıktık sonunu bildiğimiz yolumuza...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
two wrongs don't make a right ¬¬ minsung
FanfictionMinho'nun gözleri yavaşça kapanırken, onun güçlü görüntüsünün altındaki yorgun benliği düşündürttü beni. Her zaman dayanıklı ve güçlü gözüken bir yapısı olmuştu. Hiç kırılmaz, hiç üzülmez... Ama ben biliyordum ki en çok o üzülürdü yaşanan her şeye...