20 - umutsuzluğun pençeleri

864 147 48
                                    

"Neden beni buraya getirdin şimdi?" dediğimde Minho'nun zilini çoktan çalmıştı Chan. Yuchan'ın "Kim o?" diyen sesi kulaklarıma dolarken kimin gerçekten benim yanımda olduğunu sorguluyordum. Chan'ın benimle dalga geçmek için buraya getirdiği ihtimali bile geçiyordu aklımdan. "Ben, Chan." diye hızlıca cevaplamıştı ve cevap verir vermez basılmıştı otomatiğe.

Hızlı bir şekilde yukarı çıktığımızda, Yuchan'ın beni gördüğü zamanki yüz ifadesini görmek ürkütmüştü beni. Kızgın mıydı? Endişeli mi? Yorgun mu? Bilmiyordum, sadece Minho'yu görmek istiyordum.

"Minho nerede?" diye sorduğumda Yuchan Chan'a bakmış ardından bana dönerek "Odasında ama uyuyor, müsait değil." demişti. Chan ise hiçbir şeyi umursamadan beni salona doğru çekmiş ve oturmamı sağlamıştı. Ben konuşmamızın uzun ve zorlayıcı olacağını düşünürken Chan buna kesinlikle karşıtmışçasına "Minho hasta." demişti ve dediklerini idrak etmem biraz zamanımı almıştı. "Ne demek Minho hasta?" demiştim idrak süresini bitirdikten sonra.

"Hasta..." demiş ve yavaşça bir koltuğa oturmuştu Chan. "Yıllardır tedavi alıyor. Tam geçti, ameliyata girelim diyoruz başka bir şey çıkıyor. Minho ısrarla bunu anlatmamızı istemedi, kendi de hiç anlatmadı size. Ama bence artık öğrenemeniz gerekiyor çünkü o... ölüyor Jisung. Bazen manyak gibi davranıyor Jisung, etrafı birbirine yıkıyor hemen ardından yaptığı şey için özür diliyor. Bazen hiç konuşmadan tüm gün etrafı inceliyor ve bana baktığı zaman onun beni tanımadığını anlayabiliyorum. Beni hiç tanımıyor o an... Biliyorum size zor zamanlar yaşattı, her şeye yeniden başlamak ve tek başına savaşmak zorunda kaldın ama inan bana bu sırada onun da hayatı normal değildi Jisung. İnan bana o da çok zorlandı ve şu an ise bu işin en zor zamanlarını geçirmek için hazırlanıyor. Minho ümidini tamamen kaybetti, ameliyatı reddediyor. 2 haftalık bir tedavisi kalmıştı ardından ameliyata girecekti, çok çabalamıştı tam sonuna geldik derken bu sefer o istemediğini söylüyor. Ona kesinlikle hak veriyorum, gireceği ameliyat çok riskli. Ama her iki türlü de işin sonunda ölüm varsa, çabalamak en doğrusu gibi geliyor bana. Ya da sadece Jeongin'den sonra Minho'yu da kaybedecek olmak beni çıldırtıyor.

Chan'ın acı dolu yüzüne baktığımda kaç kez karşılaşmış olmamıza rağmen bunu yeni görüyor olmama üzüldüm ve kızdım kendime. Defalarca kez buluşmuş, eski arkadaşlarımızı beraber anmıştık ama  hiçbir zaman şimdi yüzünde bulunan çaresiz ifadeyi görememiştim. Ya ben gerçekten kördüm ya da onlar acılarını çok iyi gizliyorlardı.

"Bunları neden bana şimdi anlatıyorsun? Her şeyin çok geç olmasını mı bekledin?" dediğimde sesim biraz fazla sert çıkmıştı.  Ardından Chan "Minho'nun artık ne düşündüğünü bildiğinden emin değilim. Kafası karışık, unutkan... Artık onun yerine karar vermesi gereken biri lazımdı. Bu şimdilik benim ama sen olmasını tercih ediyorum. Lütfen git ve konuş onunla. İster eski mevzuları ister yenileri... Seunghee'yi de al, anlatıp anlatmamak sana kalmış ama Minho'dan uzaklaştırma onu." demiş ve koltuğa oturmuştu yavaşça. Gözleri dopdoluydu, yaşlar yanaklarına akmak üzereydi. Ellerini yüzüne kapatmadan önce bana bakarak "Onu da kaybetmeyi kaldıramam." dedikten sonra kendini serbest bırakmıştı.

Yuchan ise bizim konuşmamızın bitmesine yakın Minho'nun olduğunu söylediği  odadan çıkmış ve son cümlelerimizi söylerken kenardan izlemişti bizi. Chan gözyaşlarına boğulduğunda sakince yanıma gelmiş ve elini omzuma atmıştı. "Minho evde değil. Sadece böyle anlaştık. Yani... Evde olduğunu söylememi istedi gelen herhangi birine... Aslında doğum gününe gelecekti ama..." diyerek durakladığında bir sorun olduğunu anlamamak için aptal olmam gerekirdi. "Hastanede mi?" diye sorarken vereceği cevabı çoktan biliyordum.

Chan'ı orada bırakarak Yuchan'ın arabasına binmiştik. Sürücü koltuğunda o oturuyordu ve ben ise bu yolculuğun beni gerçeklere bir adım daha yaklaştıracağını biliyordum.

"Biz Minho ile gerçekten çıkmıyoruz." demişti Yuchan daha yola yeni çıktığımız sırada. Geri kalan yolda pek konuşmasak da yanımda oturan çocuğun iyi biri olduğunu hissediyordum. Bilmiyordum nasıl biri olduğunu, onu sadece Minho'nun etrafında olduğu zamanlar görmüştüm ama iyiydi işte.

Eskiden Minho ile ayrılmanın düşüncesi bile çok üzerdi beni. Hatta bazen bunu düşünüp üzüldüğümde Minho tarafından def edilirdi bu düşüncelerim. Onun güçlü kollarında güvende hissederdim kendimi. Önceden de demiştim ya, o benim gözümde hep çok güçlüydü. Ancak şimdi benim için bu kadar derin anlamalar sahip kişinin  gözlerine bakarken harap olmuş ruhunun yansımalarıydı tek görebildiğim. Ne bir umut ne bir mutluluk... Sadece acı ve hüzün doluydu gözleri. Belki biraz pişmanlık... Ve buradaki en büyük sorunlardan biri, benim bunları görebilmem için gözlerimi bir başkasının açmasına ihtiyaç duymamdı. Evet böyle bir şeyi tahmini edemezdim ancak bir insanı bu kadar sevdiğimi söylüyorsam eğer, içinde ölen şeyleri fark etmem gerekmez miydi?

Yüzüme bakmıyordu, başı sağ duvardaki cama dönüktü, dışarıyı izliyordu. Kızgındı kendine, bana, Chan'a, Tanrı'ya belki bilmiyorum. Korunmasız duruyordu karşımda, hastane yatağında üzerinde mavi önlükle çok korunmasız duruyordu ve ben onu sarmak istiyordum. Bu zamana kadar saramamıştım, koruyamamıştım ama farkındaydım şu an bana ihtiyacı olduğunun. Acaba kaç kere omuzlarıma akması gereken göz yaşlarını kendi koluna silmişti? Kaç kere daha ümitsizliğe kapılmış ama bulamamıştı yanına onu teselli edecek biri? Şimdi utanıyor muydu acaba karşımda oturduğu için? Hasta olduğu için güçsüz mü hissediyordu kendini? Halbuki ben onun çok güçlü olduğunu düşünüyordum şu an. Gittiği için onu kaçmakla suçlamış kendimin en zor şeyleri yaşadığına ve bundan başarıyla çıktığıma inanmıştım hep ama şimdi sevdiğim adamın gözlerine bakarken görüyordum ki ben acı çekmemiştim. Onun gözlerinde görünen acıyı hiçbir zaman hissetmemiştim. Evet çok ağlamıştım, üzülmüştüm, pes etmek istemiştim ama asla tam anlamda bir umutsuzluk pençelerine alamamıştı beni. Hep bir çıkış yolu olacağına ve bir şekilde mutluluğu bulacağıma inanmıştım karşımdaki Minho'nun aksine.

"Chan mı anlattı sen mi?" demişti Minho gelir gelmez kahve almak, daha çok bizi yalnız bırakmak, için kahve almaya giden Yuchan odaya geri döndüğünde.

"Chan..." diye mırıldandıktan sonra "Ama kabul et artık birinin söylemesi gerekiyordu." diye sürdürmüştü sözlerini.

Minho ise yeniden gözlerini pencereye dikmişti çoktan.

Bir süre daha bana bakması, beni görmesi ya da benim orada olduğuma dair hissettiği duygulardan ufak bir tanesini belli etmesi için oturup bekledim. Ama hiçbir şey yoktu yalnızca nefeslerimizin ve dışarıdaki hafif Eylül yağmurunun cama vuran damlalarının sesi... Anlıyordum Minho'nun zor durumunu, görüyordum yaşadığı acıyı... Ve istiyordum onu iyileştirmek. Ama ben ne doktor ne de şifacıydım, sihirli güçlerim de yoktu. Her şey yine zamana ve hepimizin elimizden geleni yapmasına kalmıştı anlaşılan...

××××

Yazarken bölümler içime sinmiyor, aslında en başından beri böyle yapmayı düşünüyordum ama şimdi çok saçma geliyor bilemiyorum. Umarım iyi gidiyordur ve finale ne kadar olduğunu bilmesem de az kaldığını söyleyebilirim.

two wrongs don't make a right ¬¬ minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin