"Baba, şimdi Felix ve Seungmin evlenince çocuk yaparlarsa onunla arkadaş olacağım değil mi?"
"Tabii kızım, istediğin herkesle arkadaş olabilirsin. Tabii iyice tanıdıktan sonra."
Konuşmamız elimden kayıp düşen bardak ile bölünmüştü. "Ahh yine çok sakarım. Seunghee sen içeri geç. Ben şunu toplayıp kahvaltıyla geleceğim."
Kızımın onaylamasını beklemeden yere eğilerek başladım kırık parçaları toplamaya. Bu bardak Jeongin'in hediyesiydi o yüzden kırmak beni biraz üzmüştü. Ama hayatta küçük şeylere takılmamak gerektiğini iyi öğrendiğim için kendimi teselli edebiliyordum sakince.
"Evet Jisung üzülme bu sadece küçük bir bardak. Tüm sorunları kendin çözebilirsin."
Akşam olacak düğün için hazırlanmamız gerekiyordu kızımla. Mavi bir elbisesi vardı, Elsa'ya benzemek için almıştı -her ne kadar kahverengi saçlara sahip olsa da...- Bardakları toplarken o elbiseyi düşünüyordum.
"Evet Jisung tüm sorunları tek başına halledebilirsin."
Seungmin benim en yakın arkadaşımdı. Felix ile onun sayesinde tanışmış ve kısa sürede çok iyi anlaşmıştık. Yavaş yavaş büyüyordu arkadaş grubumuz. Eskiden olduğu gibi..
"Jeongin kolaları rahat bırak!" diye bağırıyorum. Jeongin kolayı elinde çalkalayarak gülüyor o sırada salak salak. Bu kadar aptal olmasına içimden sövüyorum . Bir elin çatılan kaşlarımı düzeltmesiyle sinirle oraya dönüyorum ve o anda Minho'nun dudağıma bir öpücük kondurması bir oluyor. İstemsizce gülümsüyorum. "Jisung'u yine kim sinirlendirdi? Gerizekalı Jeongin bırak şu kolayı cimciklerim." diye bağırıyor Minho. Jeongin'in cimciklenme anıları aklına gelmiş olacak ki bırakıyor kolaları. "Bak yine tüm sorunları çözdüm senin için." diyor Minho ve dudağıma bir öpücük daha konduruyor. Arkadan Hyunjin'in oha oha diyen sesi ve Seungmin'in Hyunjin'e değen dudakları izliyor bizi...
Kafamı sağa sola salladım aklıma gelen anılardan ötürü. Artık hiçbir şey böyle değildi, artık kimse eskisi gibi değildi çünkü zaman değiştirmişti hepimizi. Yaşadıklarımız değiştirmişti...
"Maalesef, kaybettik hastayı. Zaten buraya geldiğinde çok geçti her şey için" diyor doktor. Daha 2 saat önce benimle olan çocuk şimdi yok oluyor birden. Onunla yaşadığım anılar hiç yaşanmamış oluyor, maziye gömülüyor, unutuluyor. "J-jeongin.." diyorum ve ağlamaya başlıyorum istemsizce. Kalbim çok acıyor, herkes ağlıyor, ben ağlıyorum. "Keşke o kolayı tüm gazı çıkana kadar çalkalasa ve gülse aptal aptal" diye geçiriyorum içimden. Sonra omuzlarımdan bir çift el tutuyor beni. Kaldırıyor yukarı doğru. "Senin için tüm sorunları çözeceğim" diyor. Senin için tüm sorunları çözeceğim.
"Baba neden ağlıyorsun" dediğinde kızım, ancak kendime gelebildim. "Ah dalmışım... Bu bardağı bana Jeongin diye bir arkadaşım hediye etmişti. Biraz duygulandım." dedim sakince. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum ama sadece duygulanmıştım işte. Alelacele kahvaltı tepsisini alıp geçtim salona. Kızım kahvaltısını etmeye başlayıp dikkatini izlediği çizgi filme verdiğinde ben de gözlerimi kapayarak daldım geçmişe.
"Ne demek ayrıldı senden" diyorum Seungmin'e. Jeongin'in öldüğü kazada arabayı Seungmin'in kullanmasıymış ayrılma sebebi, suçluymuş Seungmin en az bir katil kadar. Seungmin ağlıyor, kendini suçluyor gözlerimin önünde ve bu çok acımasızca geliyor bana. Hyunjin'in tüm bu yaptığı bencillik diyorum içimden. Yurt dışına gidecekmiş çünkü dinlenmeye ihtiyacı varmış. Bizim de var.. Bizim de... "
Felix nasıl da toparladı Seungmin'i dedim yanlışlıkla sesli olarak. Seunghee beni duyunca yüzüme anlık olarak baktı, bir anlam veremeyince döndü önüne.
"Minho ile evleniyoruz biz de... Birbirimize gülümsüyoruz, kol kola girerek bir düğün fotoğrafı çekiliyoruz. Seungmin kenarda bizi izliyor, Hyunjin yok, Jeongin...yok. Changbin ve Chan hyunglar gelmiş. Minho'nun yakın arkadaşları... Herkes bize bakıyor, gülümsüyor...
"Baba ben elbisemi giymeye gidiyorum!"
"Tamam Seughee, dikkatli giyin."
"Tamam."
Minho ile koruyucu aile olmaya karar veriyoruz. Bir sürü işlem yapıyorlar ama çok mutluyuz. Bilmiyoruz bunun son mutlu zamanlarımız olacağını... Bilmiyoruz bizi bir şeylerin ayırcağını... Bilmiyoruz...
"Nasılım baba!" Seughee çevresinde dönerken yine ağladığımı farkettim. Ona göstermeden sildim göz yaşlarımı ama emindim farkettiğinden. Onunla öğrendiğim bir şey varsa o da çocukların her şeyi ama her şeyi anlamakta büyük bir yetenekleri olduğuydu.
"Ç-çok güzel olmuşsun" dedim sesimin titremesine engel olamayarak. O da dudağına parlatıcı sürmek için beni öptükten sonra çıktı odasına.
Minho git gide kötüleşiyor. Kilo veriyor, geceleri sinir krizleri geçiriyor ve sürekli kavga ediyoruz. Duvarlara fırlıyor vazolar, evdeki tüm camlar paramparça oluyor. Seunghee ağlıyor, Minho ağlıyor ve ben ağlıyorum. Bir gün yaralıyor Seughee'yi, boşanıyoruz. Minho gidiyor. Ve geri dönmüyor. Seunghee 5 yaşında daha babası onu bırakırken.
Seunghee hazırlanıp salona geldiğinde ben de hemen önceden ayarladığım kıyafetlerimi giymek için çıktım odama. Yıllardır görmediğim tüm arkadaşlarımın orada olacaklarını biliyordum. Tüm geçmişimin orada durduğundan haberim vardı.
Ben ise ayağımdaki rugan ayakkabıların geçmişe olan bu yolculuğuma ne kadar dayanabileceklerini düşünüyordum sadece...
Belki Jeongin bile izlerdi bizi.
×××××××××
Selamlar! Ben ve yeni ficim. Bu fic için çok heyecanlıyım çünkü konusu ve aklımdakiler çok güzel geliyor bana eğer yazabilirsem. Fikirlerinizi merak ediyorum. Biliyorsunuzdur ki -bilmeyebilirsiniz de- eleştirinin her türlüsüne açığım. Bu kadar. Heyecanlıyım evet. Umarım beğenirsiniz.
İyi okumalar diliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
two wrongs don't make a right ¬¬ minsung
FanficMinho'nun gözleri yavaşça kapanırken, onun güçlü görüntüsünün altındaki yorgun benliği düşündürttü beni. Her zaman dayanıklı ve güçlü gözüken bir yapısı olmuştu. Hiç kırılmaz, hiç üzülmez... Ama ben biliyordum ki en çok o üzülürdü yaşanan her şeye...