'Daha hızlı koşmalıyım...' Genç adamın gözlerinin önüne babası gelmişti. Yaşlı ve felç olan babası. Erich Bricke köyüne yağmaya gelen haydutlara karşı koymaya çalışmıştı o yaşlı haliyle. Kafasına bir balta saplandığında baltanın beynine kadar girmemiş olması ölmemesine sebep olan şeydi. Aynı zamanda bir daha ayağa kalkamamasına sebep olan şey de o baltaydı.
Arkasına dönüp bakmamalıydı. Bu onun son kez arkasını dönmesi olabilirdi. Hiç olmadığı kadar hızlı koşuyordu şimdi. Ailesinde evin geçinmesini sağlayabilecek ondan başka kimse yoktu çünkü. Kardeşi Mark'ın da kendisi gibi para kazanmak için o iğrenç kokan pislik yuvalarında gözünü açıp insanların küçümseme dolu bakışlarına alışmasına göz yumamazdı. 'Daha hızlı koşmalıyım.'
Biraz sonra ise kör olmuş gibiydi. Hiçbir şey görmüyor, hiç ses duymuyordu. Sadece tüm gücüyle koşuyor ve tanrının ona merhamet etmesi için yalvarıyordu. Gözleri buğulandığında birazdan yanaklarından süzülecek olan yaşları hissediyordu. Kardeşi için ağlıyordu. Babası için ağlıyordu. 'Kurtulabilirim. Daha hızlı koşmalıyım!'
En çok da annesi için ağlıyordu. Şehre gitmeye karar vermeden önce annesinin hiçbir şey yemediğini hatırlıyordu. Orion'un köyden ayrıldığı gün bir deri bir kemik kalmıştı yaşlı kadın. Onu böyle düşüncelerden alıkoyan şey ise sırtından ensesine doğru ilerleyen keskin ve buz tutmuş acıydı. Az önce yanağında olan bir damla gözyaşının buharlaşmasını gördükten sonra ise uzun, sessiz ve içleri ürperten bir siyahtan ibaretti tüm evren...
'Daha...' Burnundan akan kanların buharlaştığını gördükten sonra ise çok geç olduğunu anladı. Yere nasıl düştüğü hakkında bir fikri olmasa da artık kurtulamayacağından emindi.
'Affet... Be-ni...'
Ve bilinci kapandı.
-----
Simyacılar birliğinden gelen yaşlı şifacı; çantasından çıkardığı dört yaprağı dışında sadece sapı olan kırmızı bitkiyi, çantasından çıkardığı verimçeliğine koyup iyice ezdi. Lucas'ın bilmediği birkaç garip sıvıyı verimçeliğine döktükten sonra iyice karıştırdı ve verimçeliğini yeşil simya ateşiyle ısıtmaya başladı. Büyülü kaptaki bir yazıt parlamaya başladı.
Genç adam bu işlerden anlamasa da, anlıyormuş gibi davranıyordu. Bu adama sebebini bilmediği bir şekilde güvenmemesi gerektiğini hissediyordu. Geçinebilmek için bu şehre geldiğinde birilerine güvenerek yaptığı işlerde kaç defa dolandırıldığını saymaya çalışsaydı, bu işin bitmesi akşamı bulabilirdi. Orion'u ona emanet etmek gibi bir niyeti yoktu. "Az önce şu koyu mor şişedeki turuncu sıvıyı kaba döktün. Neydi o?"
Yaşlı adam arkasına döndü ve genci süzdü. "Bu yaşlı adam kardeşin mi?" Lucas tek elinde hala yeşil ateş yanan yaşlı adamın diğer elindeki sıvıyı inceliyordu. Kardeşi olmadığını söylerse yaşlı adam konuyu değiştirebilirdi. "Evet."
Gencin sorusuna cevap beklediğini fark eden adam konuştu."Sadece ağrı kesici. Ondan önce döktüğüm de dinçleştiriciydi. Ezdiğim kırmızı bitki de kızılyonca." Genç adam şüphelendiğini bakışlarıyla açıkça söylüyordu.
"Yeşil ateşle ölümcül bir zehir yapamam, bilmiyor musun? Yeşil simya ateşi, şifa ateşidir." Genç adam bunu biliyordu. "Şeffaf ateşte olabilir. Her simya ateşini içinde barındırıyor sonuçta, değil mi?" Yaşlı adam şaşkın görünüyordu.
"Şeffaf ateş sadece simya ateşinin mucidinde vardı. Bir çeşit efsane olduğunu düşünüyorum. Ayrıca şeffaf ateş ismi gibi şeffaftır."
