Atilla'dan...
Birazdan binecektik helikoptere. Sol cebime sıkıştırdığım resme baktım bir kez daha.
Gülüyordu Umay. Her şeyden habersiz, tüm dünyayı güzel kalbiyle kurtaracakmışçasına masum gülüyordu. Talimat gelene kadar uzun uzun baktım yüzüne.
Kalbime mermiler yağıyordu sanki. Öyle bir tutuluştu bu.
Onunlayken nefes aldığımı hissediyordum. Omzumda tonlarca yük, başımda binbir bela. Umay, içimin solan yapraklarına can veriyor, yeşertiyordu bahçelerimi. Unutturuyordu tüm sorunları, soluklanıyordum. Güç veriyordu.
Cennetten bir köşeydi sanki.
Bugün son gündü. Dönüyordum Ankara'ya. Bir saate yanında olacaktım. Söz verdiğim gibi, doğum günüme yetişecektim.
Ben resme dalmışken acil alarmı çalmaya başladı. Karakolun camından dumanlar yükseliyordu.
Resmi cebime atıp hızla içeri koştum. Yemekhanede yangın çıkmıştı. İyi de nasıl? Yemek dağıtılalı çok olmuştu, neyin yangınıydı bu?
Olayı kavramamla bağırmam bir oldu:
"Çök!"
Tek sözümle yemekhanedeki herkes yere çöktü ve birkaç saniye sonra silahlar patlamaya başladı.
Tuzaktı.
Erlerden birine yangın çıkartmış, herkes içeride yangın ile ilgilenirken de karakola sinsice yaklaşmaya çalışmışlardı.
Etrafı inceleyecek durumda değildim ama bağıran olmadığı için yaralanan da yoktu büyük ihtimalle.
Uzun süre direndik içeriden. Fırsatını bulunca Uzman Çavuş ile beraber dışarı attık kendimizi. Şimdi daha rahat karşılık verebiliyorduk.
Hazırlıklı ve kalabalık gelmişlerdi. Çoğunluk er olduğu için savunmamız yetersizdi.
Uzman Çavuş bağırdı:
"Hemşehrim! Evli miydin sen?"
Çatışmalarda böyle alakasız konular açılırdı. Adettendi. Maksat kafayı dağıtmak, kurşunların sesini biraz da olsa bastırmaktı.
"Evli değilim."
Çok yakınımızdan bir kurşun geçti hızla.
"Aman dikkat et! Üzme seni bekleyeni!"
Beni bekleyen biri var demediğim hâlde anlamıştı, Umay'ın fotoğrafına bakarken görmüş olmalıydı beni.
Dikkatimi toplayıp üstüme yağan kurşunlara karşılık vermeye başladım. Bitecek gibi değillerdi. Uzun bir gece olacaktı ve Umay'a gidemeyecektim. Bunu düşündüğüm için kendimden utandım.
Şu an ne önemi vardı dönüp dönmememin?
Görevim, burayı temizlemekti.
Yanımdaki Uzman Çavuş ile beraber komutanlığın en tepe noktasına çıkmamız gerekiyordu. Tüm alanı rahatça görebilmek ve gelen yöne doğru karşılığı verebilmek için.
Zordu ama başarmak zorundaydık. Eğer başaramazsak telef olacaktık. Desteğin gelmesi gecikebilirdi.
Uzman Çavuş da benim gibi düşünüyor olacak ki, etrafı kolaçan ediyordu. Uygun bir zamanda önce karşı mevziye koşacak, oradan da tepeye tırmanacaktık.
Bir iki dakika daha bekledik karşılık vermeden. Ve bir anda bulunduğumuz yerden hızla çıkıp ulaşmamız gereken yere kadar koştuk. Silahları da kullanıyorduk koşarken, ne yapacağımızı anlayan erler de destek için koruma ateşi açıyordu karşıdakilere. İşimizi daha da kolaylaştırdı bu.