BÖLÜM 10

3.8K 305 125
                                    

O gün Atilla izin aldı ve akşama kadar uyudu. O kadar fazla uyumuştu ki ara ara yanına gidip nefes alıp almadığını kontrol ediyordum.

Uyandırmaya kıyamıyordum. Ateşi biraz da olsa vardı hâlâ. O keçi inadı yüzünden götüremiyordum onu hastaneye.

Kaçıncı olduğunu hatırlamadığım soğuk suya batırılmış bezi alnına yerleştirip mutfağa girdim. Yapabileceğim pek bir çeşit yoktu çorba kategorisinde.

Her zamanki çorbamın tarifini internetten açıp yapmaya başladım. Durmadan salonu kontrol ediyordum çorbayla uğraşırken. Uyanır da görmem, seslenir de duymam diye korkuyordum.

O böyle hasta olunca tüm enerjim çekilmişti sanki. Ben de yorgun düşmüştüm gibi. Hasta olmasam bile hasta hissediyordum. Kötü ve yenik düşüren bir histi.

"Umay."

Sesi duyar duymaz çorbayı ocakta bırakıp salona koştum.

Uyanmıştı. Baygın baygın bakıyordu.

Yanına çöktüm hemen.

"Atilla... Uzun süredir uyuyorsun. İyi misin?"

"Daha iyiyim. Güzel kokmuş ev."

"Evet, çorba yapıyorum sana."

Elimi sıcak elleriyle tutup minik bir öpücük bıraktı.

"Buz gibi olmuşsun, kalın giyin."

"Ben buz gibi değilim, sen yanıyorsun. Sabahtan beri alnına soğuk bez koyuyorum ama inmiyor ateşin. Nolur yani bir hastaneye gitsek?"

"Hastaneyle falan uğraştırma beni meleğim. Yorgunum zaten."

"Ama Atilla... İyileşemezsin bu şekilde."

"Çorbanı içersem iyileşirim. Merak etme sen."

Gülümsedim.

Çorbam.

Çorbam?

"Hii!" diyip hızla ayağa kalktım ve mutfağa girdim koşarak. Kesin dibi tutmuştu!

Aceleyle ocaktan tencereyi çekeyim derken elimi yaktım.

"Ah!"

Saniyeler içerisinde yanıma geldi Atilla.

"Noldu?"

"Elimi yaktım ya! Kahretmesin!"

Elimi musluğa doğru götüreceğim sırada kolumu tuttu.

"Dur dur suya tutma, direkt krem sürelim." dedi.

Canım fena derecede acıyordu.

"Önce ocaktan al şu tencereyi! Salak tencere!"

Eline bir havlu alıp havlu yardımıyla tencereyi tezgaha bıraktı. Elim alev alıyordu sanki, o derece bir ağrı hissediyordum.

Buzdolabından kremi çıkarıp yavaşça sürmeye başladı elime.

"Çok yanmamış, yarın sabaha hissetmezsin bile ağrısını."

"Nasıl çok yanmamış Atilla? Ölüyorum şu an, haberin var mı?"

"Abartma Umay."

"Abartmıyorum, valla çok acıyor."

Kafasını kaldırıp bana baktı. Gözleri kızarmıştı, dudaklarının rengi koyulaşmıştı. Yüzü sapsarıydı.

Kremli parmağını burnuma değdirdi.

"Çok mu acıyor?"

Bir çocukla konuşur gibi konuşmuştu.

UMAY 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin