SP| 5.BÖLÜM

174 52 164
                                    

İki seçenek arasında kaldığım her an en çok korktuğumu tercih ederim. Çünkü onu gerçekleştirmek için başka bir zaman cesaret edemeyeceğimi biliyorum. Dünyanın en cesur insanı bile olsak her zaman her şeye cesaret edecek gücümüz olmaz çünkü. Bazen birinin iteklemesine, desteğine, yapabileceğimize dair inancı bize kamçılamasına ihtiyaç duyarız. Bazense daha fazlasına; geçmişten gelen bir sesi kulağımıza ulaştıran o şansa mesela.

Çakır masadan kalktıktan hemen sonra bilgisayarının olduğu yerden kulaklıklarını alarak kapıdan çıkmıştı. Ve bende bilgisayarının başına geçmiş flashtaki dosyaların kendi flashıma aktarılmasını bekliyordum. O kasadan aldığı şeyin ardından bu ses kaydının gelmesi tesadüf olamazdı. Eğer tahmin ettiğim gibi o akşam aldığı şey bu flash ise içindeki dosyalar da en az ses kaydı kadar önemli olmalıydı.

Masanın üzerinde duran ellerimin titrediğini görebiliyordum. İntikam için girdiğim bu yolda, ne yapmam gerektiğini hiçbir zaman net bir şekilde bilememiştim. Sadece verdiğim kararın arkasında durup akışına bırakmıştım gerisini. Bir şeyler bulmaya başladıkça yolum şekillenir diye düşünmüştüm. Aptalcaydı, kabul ediyorum. Plan yapmadan tehlikeli bir çetenin içine girmek on dokuz yaşında bir kız için intihara koşmakla eşdeğerdi. Ama bir şeyler öğrenebilmeye çok yakın olduğumu hissediyordum. Ben, atlamak için açtığım pencerede umudun varlığını keşfediyordum; yeniden nefes almak böyle bir şeydi.

Yükleme biter bitmez flashımı çantama attım. Dudaklarımı ve tırnağımı kemirerek evin içerisinde kendi adımlarımı takip ederek dolanmaya başladıktan bir kaç saniye sonra yeniden bilgisayarın başına oturdum. Kontrolden çıkan duygularımın beni ele geçirdiğinin farkındaydım ama engelleyemiyordum kendimi. Devam edersem bir şeyler bulacaktım. Bir iz veya bir ipucu. Yolumu aydınlatacak bir ışık kaynağı...

Çakır'ın gelip gelmediği kontrol ettikten sonra hızlıca ilk dosyaya tıkladım. Bir video kaydından ibaretti. Parmaklarım bilgisayarın üzerinde ritim tutarken bir kaç saniye videonun yüklendiği gösteren halkayı izledim ve sonunda kayıt başladı. Kasılan vücudumu hafifçe hareket ettirerek rahatlatmayı deniyordum ama işe yaramaktan çok daha da rahatsız etmeye başladı beni. Tamamen videoya odaklanmaya çalıştım.

Ekran altıya bölünmüştü ve bölünen her karede sorgu odasına benzer bir yerde tutulan insanların görüntüleri yayınlanıyordu. Elleri masanın altında ve bakışları doğrudan kameradaydı. Hepsine kısaca göz attıktan sonra ilk konuşmaya başlayan adama dikkat kesildim. Cılız ışığın aydınlattığı yüzündeki korku ifadesini çok net seçebiliyordum. "Her bedel gününü bekler" dedi korkudan titreyen çenesinden ve düşük çıkan ses tonundan anlayabildiğim kadarıyla. Hemen yan karedeki adam sözü devralarak devam etti. "Her gün, bir ceset saklar karanlığına"

Adamın ardından sıra üst karede son sırada duran kadına geçti. Başını dimdik kaldırdı ama gözünden akan bir damla yaşa engel olamadı. Göz yaşının yanağından çenesine doğru akarken ardında bıraktığı yolu izliyordum, kadın konuşmaya başladığında. "Her ceset bir ruh taşır içinde, kefene bulanmadan önce."

Diğer alt üç karedeki insanlar da dahil oldu bana oldukça anlamsız gelen bu sözlere.

''Ve her ruh, bir nefret salar dünyaya"

"Ama her nefret savaşmak için biriktirilmez."

"Tıpkı her mezarın doldurulmak için kazılmayacağı gibi."

Son adamın kurduğu cümleden sonra beklemediğim bir şey oldu ve hepsi masanın altında duran ellerini, tuttukları silahla beraber kaldırarak başlarının sağ tarafına dayadılar. "Hayır" diye bağırdım bir anda izlediği filmin etkisine giren ve önceden çekilmiş sahneleri bağırarak değiştirebileceğini sanan biri gibi. İşe yaramadı da. Hepsi aynı anda tetiğe bastı. İrkilerek kapattığım gözlerimi açtığımda da değişmedi sahne. Duvara saçılan kanlar.. Kimisi sandalyeden yere düşmüş kimisi masaya yığılmış cesetler.. Ekrandaki görüntüyü zihnime yerleştirmek istercesine gözlerimi ayıramadım bir süre. Hepsinin birer cümleyle tanımladığı saçma bilmece yankılanıyordu beynimin içinde ama anlamlandırabildiğim pek söylenemezdi. Kafamın allak bullak oluşuyla beraber yine üşüyordum. Bu sefer nasıl bir oyunun, nasıl bir felaketin içine kendimi attığımı bilmiyor olmanın çaresizliğiydi üzerimdeki bu soğukluk.

SİYAH PETUNYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin