Sarayın doğu kanadına doğru ilerlemeye başladık. Suyu kullanarak aşağı inecektik. Ya da toprak... Sonuçta uçurumdu.
Kral orada kalmıştı. Bir düzine asker ile birlikte... Prens, ben, birkaç komutan ve 5 tane asker falan doğu kanadına gidiyorduk.
O an büyük bir sarsıntı oldu. Ardı ardına patlama sesleri yükseldi. Yere düşerken kafamı sertçe çarptım. Son gördüğüm şey üzerimize yıkılan saraydı.
Yazardan...
Genç adam ve ordusu çoktan okulu, şehri ve sarayı ele geçirmişti. Hayatta kalan insanları Gri Bölgeye götürüyordu.
Aslında bu görev onun değildi. Ancak o, bunu çok istemişti. En sonunda babası ikna olmuş ve ona izin vermişti.
Uzun uğraşlar sonucu aradığı kişileri buldu. Çok sevgili(!) prens ve gerçek kraliçe... Diğer askerleri kralı bulduğunu haber verdiği zaman dudağının kenarı karanlık bir şekilde kıvrıldı.
Bu krallık başlarına çok fazla bela açmıştı ancak şimdi düşürülmüştü. Bakalım kampta ne kadar dayanacaktılar?
Kendisi de kampa gidecek ve her hareketlerini izleyecekti. Ardından son savaş başlayacak ve insanlığın sonu getirilecekti. İnsanlık zamanında çok can yakmıştı. Bir sürü kişiyi ailesi bırakmışlardı. Genç adam bunlardan biriydi yalnızca...
İntikam çok güçlü bir duyguydu. Peki intikamdan güçlü bir duygu olabilir miydi?
*******************************
Zoe'den...
Başıma giren keskin acı ile gözlerimi açtım. Tanrı aşkına... Ne boklar dönüyordu burada?
Saray üzerimize yıkılmıştı en son. Acıyla kalkmaya çalıştım. Umarım kral ve prens ölmüştür. Çünkü o aptallar yüzünden oluyordu tüm bunlar. Sırf düşmanları var diye şu anda bu haldeydim. Ayrıca kısmi de olsa ailemin ölümü onlar yüzündendi.
Ailem...
Sahi en son ne zaman onları düşünmüştüm? En son ne zaman adlarını anmıştım? En son ne zaman onlarla konuşmuştum? Seslerini hatırlıyor muydum? Kokularını..? Yüzlerini..? Ne kadar zaman geçmişti de unutmuştum bunları?
İntikam için geldiğim yerde kendimi saray işlerine kaptırmıştım. Beni oyalamışlardı. Kafamı meşgul etmişlerdi.
Ama...
Neden?
Tüm bunlar neden beni buluyor demeyeceğim. Çok klasik olurdu. Bir şey oluyorsa bir sebebi vardı. Belki de tüm bunlara dayanabilecek bir rıhtım sadece. Ama asıl soru şuydu. Ben gerçekten de bunlara dayanabilir miydim?
İleride olacak olan şeyler hakkında az çok tahminim vardı. Hiçbir zaman iyiye giden bir hayatım yoktu. Sürekli bir şeyler boka sarardı. Tüm şeylere rağmen annem ve babam yanımda olduğu için mutlu olurdum. Çünkü bilirdim.
Ailesi olmayan çocuklar da vardı.
Ailesini hiç tanımamış olanlar ve ailesi yanlarında olmasına rağmen ailesi olmayan çocuklar vardı. Bunu bilirdim ben.
Bir ailem vardı. Babamın saçlarımı taramasının nasıl hissettirdiğini bilirdim. Annemin dizine yatıp konuşmak ne demekti bilirdim.
Bunları hissetmeyenler vardı.
Onların varlığı hayatımda o kadar büyük bir yer edinmişti ki yokluklar kalbimde kocaman bir boşluğa sebep oluyor ve o; sonsuz, karanlık ve acı veren boşluk her geçen saniye büyüyordu. İçi can yakan bir intikam hissi ile doluyor ancak bir işe yaramıyordu.
Aniden gelen farkındalıkla titredim.
İntikam alsam dahi geçmeyecek bir boşluktu bu. Her zaman yakacak bir boşluktu. Unuttuğum anda varlığını hatırlatacak bir boşluk...
Fotoğrafları yoktu bende.
Zaman gelecek ve onları unutacaktım. Yüzleri tamamen aklımdan silinecekti. Burnum kokularını tamamen unutacaktı. Kulaklarım seslerini aramayacaktı.
Gözlerim dolarken etrafıma baktım. Görüşüm buğulandığı için bir şey görememiştim. Hızla gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp kendime geldim.
Odaklan, Zoe! İntikam kalbindeki boşluğu dindirmese de ateşini söndürebilir.
Etrafımda ağaçlar vardı. Sarayda, enkaz altında değildim belki ama ruhum çoktan isyan bayraklarını çekmiş ve enkaz altında kalmıştı.
Ürkütücü derecedeki sessizlik beni korkutmuyordu. Gecenin zifiri karanlığından bir 'öcü' çıkıp beni yiyecekmiş gibi de hissetmiyordum.
Ucube olan biri ucubelerden korkar mıydı?
Ayağa kalktım ve donuklaşan bakışlarımı karanlık ormanda gezdirdi. Sesler vardı. Bir sürü garip ses... Ama kalp atışlarım bir kere bile değişmedi.
Tek korkumu zaten yaşamıştım. Bu hayatta sevdiğim iki kişiyi de aynı anda ve gözlerimin önünde kaybetmiştim. Karanlık bir ormandan mı korkacaktım? En fazla ölürdüm.
Sessiz adımlarla karanlığa karışarak yürürken en ufak bir yabancı ses açıktım. Algılarım sonuna kadar açıkken rahatlıkla yürüyordum. Tetikteydim, evet ama dışarıdan evimdeymişim gibi rahat rahat gezdiğimi sanarlardı.
Dirseğimin hemen üzerinde varlığını keskin bir şekilde belli eden bir acı vardı. Ancak farkındalığın getirdi ruhsal acı, fiziksel acımı hissetmemi engelliyordu.
Bunca zamandır nasıl aklıma gelmemişlerdi?
İçimde kendime olan bir öfke ateşi vardı. Ancak şu anda kendimi paralayacak değildim. Ne yeri ne zamanıydı.
Sağ tarafımdan yükselen uluma sesi ile gözlerimi devirdim.
Ne? Az önce dedim ya korkmuyorum diye.
İlk kurt ulumasından sonra ardı ardına bir sürü uluma sesi geldi. İçimden şansıma küfürler yağdırırken sakinliğimi korumaya çalışıyordum. Kalın dalları bir ağacı gördüğüm zaman ona tırmanmaya başladım.
Dirseğimin üzerindeki acı kendini belli ederken dişlerimi sıktım ve tırmanmaya odaklandım. Ne bok olacaksa olsundu. Sıkılmıştım artık.
Aniden dirseğime öyle yüksek bir acı girdi ki ellerim çözüldü ve sertçe zemine çakıldım. Dirseğimden bedenime yayılan yakıcı bir acı vardı. Geçtiği yeri hem yakıyor hem de etkisiz kılıyordu.
Yavaş yavaş tüm bedenim uyuşurken bana doğru gelen kurdu gördüm. Şansıma okkalı küfürler yağdırırken gözlerimin önünde siyah benekler oluşmaya başladı ve çok geçmeden bilincim kapandı.
Nasıldı?
Beğendiniz mi?
Herhalde böyle bir şey beklemiyordunuz?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Zihinler / ASKIDA
FantasyYks bitene kadar bölüm gelmeyecek ne yazık ki. *** #Zihin 9. Sırada #Tanrılar 15. Sırada #Krallık 32. Sırada #Kurtadam 71. Sırada *** Onlar farklıydı. Herkesten ve her şeyden... Sorun şuydu ki her farklılık iyi değildi. Farklılık korku yaratı...