8° dítě

288 29 7
                                    

bölüm sekiz° çocuk

O günden sonra aklı o beden de takılı kalmıştı. Her gün dışarıda, günden güne yayılarak yok olan çimenlerin orada otururdu. Neler olduğunu anlamaya çalışırken aklı hep sebepsizce ona kayardı. O zaman bu sadece sebepsizceydi, ona göre.

Kasabada her şey aynı devam ediyordu. Tek fark ünlü bir eğitim şirketinin çocukları ücretsiz bir geziye götürmek için gelmiş olmasıydı. Ünlü ve güvenilir bir şirket olduğundan birçok aile gözü kapalı güvenmişti. Çocukları için gerekli belgeleri de doldurarak, gezi gününü beklemeye başlamışlardı bile. Avcı ailelerde buna dahildi. Günden güne neredeyse kasabadaki tüm çocuklar için izin çıkıyordu.

Gayet normal bir olay gibi karşılıyordu herkes bunu. Ama birkaç otobüsle birlikte tüm çocuklar alıp götürülecekti. Ayrıca uygulamaya bu kasabadan başladıklarını söylemeleri inandırıcı gelmemişti Jeno'ya. Altından bir şeyler çıkacağından şüpheliydi. Diğer avcılara bu durumu söylemek istiyordu ama en son olanları hatırlıyordu. Yine tek kelimesinin bile umursanmayacağını bildiğinden içine atmayı tercih etmişti. Şüphelerinin ilk ortaya çıktığı günden beri yaptığı gibi, kötü şeylerin olmaması dilemişti. Elinden sadece bu geliyordu.

Ormana gidip biraz rahatlamak isterdi ama girişler yasaklanmıştı. Polisler sadece bir cinayet olduğunu ve araştırma sırasında ormana giriş yapanların cezalandırılacağını söylemişti. Buna inanmıyordu. Çünkü hastanede tanıdığı bir hemşireye son günlerde ölü bir bedenin gelip gelmediğini sormuştu. Aldığı cevap ise "hayır"dı. Gerçekten bir cinayet işlenmiş olsaydı, ceset ilk önce o hastaneye götürülürdü. Bundan son derece emindi. Ceseti olduğu yerde bırakacak halleri de yoktu. Sadece ormana girilmemesi için söylenilen bir yalandı. Parçalar birbiriyle birleştikçe, Jeno'nun içindeki korku da artıyordu.

Çocukların gideceği o öğle vakti kasabanın alanına gitmeye karar vermişti. Sadece etrafı gözetlemek istemişti. O gün geldiğinde ise vakit kaybetmeden evden çıkmıştı.

Hava bulutluydu ve her an bulutlar içerisindeki su kütlelerini yere bırakacak gibi görünüyorlardı. Bunun farkında olsa da şemsiye almamıştı. Yolu yarıladığında ise yavaş yavaş üzerine çarpan yağmur damlalarını hissetmişti. Üzerindeki kapşonlu ceketin şapkasını takarak yoluna devam etmişti. Çok bir etkisinin olmayacağını biliyordu ama geri dönmeye de niyeti yoktu.

Alana vardığında insanlardan biraz uzakta bir ağaca yaslanarak izlemeye başlamıştı. Hem buraya yağmur çok fazla etki edemiyordu.

İnsanlar şemsiyelerin altında çocuklarına veda ediyordu. Havanın gri rengine karşı tamamen zıt şekilde rengarenk şemsiyelerle koruyorlardı kendilerini. Bu görüntü nedense Jeno'ya farklı hissettirmişti. Tanımlayamayacağı kadar farklıydı hemde.

Birbirlerine el sallayan aileler, otobüse binmek için sırasını bekleyen çocuklar, şemsiyeler gibi rengarenk olan valizler. Hepsi bir süre sonra yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. İlk valizler otobüse konmuş ve kapakların kapanması ile gözden kaybolmuşlardı. Ardından otobüsler hareket etmişti yağmurun altında. Çocuklarının gidişi ile ailelerde dağılmaya başlamıştı. Tüm renk ve duygu cümbüşü yok olmuştu adeta. Daha birkaç dakika önce sesler ve çığlıklarla kaplıydı etraf. Hepsi de iç açıcıydı. İnsanı gülümsetecek türdendi. Şimdi sadece gri gökyüzü kalmıştı.

Jeno'da daha fazla burada kalmanın anlamsız olduğunun farkındaydı. Bu yüzden geldiği yoldan evine doğru geri dönmek için yürümeye başlamıştı. Adımları hızlıydı çünkü yağmur damlaları büyüdükçe hızlanıyordu. Yeterince ıslanmıştı ve rüzgar üşümesine sebep oluyordu. Kendini eve attığında ilk gittiği yer banyo olmuştu. Sıcak bir duş alarak kendine gelmek istiyordu.

Hava gittikçe kararıyordu ve Jeno ne kadar da sıcak su ile rahatlamak istese de başarılı olduğu söylenemezdi. İçindeki kötü hisse asla engel olamıyordu. Özellikle havanın kararması onu bu kötü hisse daha çok çekiyordu. Banyodan çıktığında kendini odasına atmış ve kılıcına bakarken bulmuştu kendini. Bulutlar olmasa birkaç saat içinde odasının camından girecek ay ışığı ile parlamasını görebilirdi. Bugünlük bunun olmayacağını bilerek bakmaya bir son vererek dolabına dönmüştü. Üzerini giyinerek yemek yemek istiyordu. Dolabın kapağını açtığında elleri rahat bir şeyler ararken, gözleri beyaz gömleğe takılmıştı. Babasının ilk resmi olarak avcı olduğunda giydiği gömlekti. Ölmeden önce onu Jeno'ya bırakmıştı. Sade bir gömlekti ama çok anlam ifade ediyordu. Bu zamana kadar hiç giymemişti. Şimdi ise giymek için can attığını hissediyordu.

Ellerini ona doğru yönlendirerek askıda asılı olan gömleği askıdan çıkarmıştı. İçinde asılı olan kravatı ise daha yeni fark etmişti uzun süre olmasına rağmen. Üzerindeki bornozu çıkararak yavaşça gömleği giymişti. Hafif nemli olan vücudu yüzünden gömlekte biraz ıslanmış gibiydi ama önemsemedi. Aynada kendine bakarken kravatını da takmıştı. Ardından uyumlu olacak bir kumaş pantolonu da üzerine geçirerek ayna karşısına tekrar geçmişti. Babasının onu böyle görmeyi istediğini biliyordu ama kravat takmayı hep ret ederdi. Çok boğucu olduğunu düşünürdü. Yine de genelde babasının kravatını o takardı. Bu yüzden nasıl bağlanması gerektiğini çok iyi biliyordu. Aynadaki görüntüsüne bakarken gelen ses ile duraksamıştı. İlk dışarıdan geldiğini düşünmüştü ama yanıldığını anladığında eli hemen kılıcına gitmişti. Ses evin içerisinden gelmişti.

Yavaşça odadan çıkmıştı. Kapının çıkardığı ses yüzünden, eğer evde birisi varsa fark edildiğinin farkındaydı. Temkinli adımlarla ilerliyordu. O sırada duyduğu çığlık sesleri ile odak noktası dağılmış ve anlık olarak korumasız hale gelmişti. Evdeki beden de bundan yararlanarak kılıca uzanmayı başarmıştı. Aldığı gibi de uzak bir noktaya atmayı başarmıştı. Avcı olan anlık gelen saldırı ile şaşırmış ve ne yapacağını bilemez haldeydi. Vampir beden hızını ve gücünü kullanarak onu duvarla kendi arasına sıkıştırmıştı, tıpkı ormanda olduğu gibi.

"Tekrar görüştük, Lee Jeno."

saber [nomin] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin