7° klavír

278 31 8
                                    

bölüm yedi° piyano

Jeno sabah erkenden uyandığında havanın kapalı olduğunu fark etmişti. Sanki birkaç saat içinde yağmur yağacaktı ya da soğuk hakim olacak gibiydi. Bu yüzden çok fazla kitabın bulunmadığı çantasının içerisine yağmurluğunu da sıkıştırmıştı. İhmali elden bırakmamak iyiydi. En azından yağmura yakalanırsa, fazla ıslanmayacaktı.

Üzerindeki kıyafetleri de biraz kalın seçmişti diğer günlere göre. Çünkü camı açıp havayı kontrol ettiğinde rüzgar tenine çarparak üşümesine sebep olmuştu. Kış aylarına girmek üzereydiler. Hava koşulları gittikçe daha korkunç bir hal alıyordu. Kış aylarını severdi ama orman haddinden fazla soğuk olurdu. Tek sevmediği yönü de oydu. Onun haricinde en güzel mevsimdi ona göre.

Hazır olduğunda çantasını da alarak dışarıya çıkmıştı. Dersine daha vakti olduğu için adımları yavaştı. Etrafı inceleyerek yürüyordu. Bir farklılık olmaması onu şimdiden sıkmıştı, ta ki çimenleri görene kadar. İstemeden gözleri büyümüştü. Adımları ise onu daha yakına sürüklemişti. Çok fazla da yaklaşarak üzerine basmamıştı. Daha dün sorun olmayan çimenler nasıl birkaç saat içinde bu hale gelebilir diye düşünüyordu. Kışın kapıda olması bunlara sebep olmazdı. Sanki biri ölmüş gibi kurtlanmıştı toprak ve kahverengiden çok siyah renge kaymıştı. Çimenlerden ise eser bile yoktu. Son kalan küçük kararmış çimen parçasını ise küçük bir solucanın yediğini görmüştü. Sanki gerçekten bir ölü vardı da, onu yiyerek yok ediyorlardı. Jeno bunun normal olmadığını biliyordu. Aklına dün suyu tam buraya döktüğü geldiğinde ise endişeyle cebindeki telefonu çıkarmıştı. Sorun sudaydı ve onun için olan bu şeyin hedefinde diğer avcılarda olabilirdi.

Yakınlardaki evde oturan avcılardan birini aramıştı önce. Erken saatler olduğu için uyuyor olabilirdi ama bu önemsizdi şu an için. Hayatı söz konusu olabilirdi. Telefon ise birkaç çalışta açılmıştı. Ama bir sorun vardı ki, Jeno'nun söylediklerine düzgün cevap verilmiyordu. Sanki geçiştirmek istermişçesine onaylayan sesler niteliğindeydi.

Vampirler tarafından planlanan bir şeyler olduğunu çok kez söylemişti. Şimdi elinde kanıt niteliğinde bir şey olmasına rağmen onu dinlememeye devam ediyorlardı.

"Sonuçta kimseye bir şey olmadı," olmuştu bu seferde savunmaları. Destek çağırmaları gerektiğini hissediyordu. Bunu yapabilecek tek kişide telefonun ucundaki bedendi ama Jeno'nun dedikleri umurlarında bile değildi. Babasını kıskanırdı çoğu eski avcı ve oğlundan da nefret ederlerdi. Sözleri doğru olsa bile onu dinlemek yerine itiraz ederlerdi öncelikle.

Jeno ilk onlara bir şeyler planladıklarını söylediğinde, ona sorun olmadıklarını söyleselerde küçük çaplı bir toplantı yapmışlardı. En sonunda kararları bazen sessizliğin olabileceği ve bunun bir sorunu getirmek zorunda olmayacağıydı. Böylece konu onlar için kapanmıştı, genç avcı ne derse desin.

Telefonun umursamazca yüzüne kapanması ise Jeno'yu sinirlendirmişti. Soğuk havaya rağmen bedeni kavruluyordu. Her itiraz edildiğinde daha çok haklı olduğunu hissediyordu. Bu onu her an daha fazla delirtiyordu. İçinden çıkılmaz bir şeye dönüşmüştü ve bununla baş edebilmek çok zordu. Emirler sebebiyle dün gece de ormana gitmemiş olması üzerine gelmişti. Aklındaki şeyleri atmasını sağlayan yerdi orman onun için. Karanlık onları alıp gidiyormuş gibiydi. Şimdi ormanın karanlık tarafına sahip değilken, dünyanın aydınlık tarafı ona hükmetmeye çalışıyordu. Diğer birçok insan gibi düşünmüyordu. Karanlıktan korkmak yanlıştı. Bizi saklayan oydu. Bizi rahatlatan ve kucak açanda oydu.

Nefesleri hızlanırken adımları da hızlanmıştı fark etmeden. Bir süre sonra koşmaya başlamıştı. Sanki ne kadar çok enerji harcarsa o kadar iyi olacakmış gibiydi.

Okul binasına vardığında ise dersin başlamasına vardı ve bahçe bomboştu. Terler içinde kalmış bir şekildeydi girişte durduğunda. Vücuduna çarpan rüzgar daha çok üşümesine sebep oluyordu. Hasta olmaktan nefret ederdi ve insan bedeni hasta olmaya hep hazırdı. Bunu istemediğinden sıcak olan binaya girmişti. Yeterince yorulmuştu. O yüzden adımları daha yavaştı ama nefesi düzene girmekte zorlanıyordu. Lavaboya girerek yüzünü yıkamak istemişti ama içeriden sesler geldiğini duyarak vazgeçmişti. Üzerine dönecek gözler istemiyordu. Boş olan koridorlardan ilerleyerek sınıfının olduğu yere ulaşmıştı. Sınıftaki yerine oturarak biraz kendine gelmeyi denemek istemişti ama bu da istediği gibi olmamıştı. Normalde geldiği saatte bile sınıfa ilk gelen kendisi olurken, şimdi sınıfa giren iki beden görmüştü. Adımları orayı da es geçerek ilerlemeye devam etmişti. Durup dinlenmediği için nefesleri hala hızlıydı, binaya ilk girdiği kadar olmasa da.

Adımları boş koridorun sonuna gelirken duyduğu piyano sesi ile duraksamıştı. Tuhaf gelen piyano sesi duyması değildi, o odanın asla kullanılmamasıydı. Fazlalık olarak görülen eşyalar oraya koyulurdu. Anahtar ise görevlilerde olurdu. Bildiği kadarıyla hiçbir görevli de bu kadar iyi piyano çalmayı bilmiyordu. Meraklanmıştı.

Ses çıkarmamaya özen göstererek ilerlemişti kapıya kadar. Kapının kolunu indirmeden önce ise koridora göz atmıştı. Görünürde kimse olmadığını gördüğünde ise içeriye süzülmüştü.

Camlar siyah kağıtlarla kapalı olduğu için ortamda bir karanlık hakimdi. Sadece piyanonun üzerinde yanan mum aydınlatmaya çalışıyordu karanlığı. Pek başarılı olduğu söylenemezdi. Büyük odada sadece tuşları aydınlatmaya yetiyordu enerjisi. Birde tuşlara basan ellerin sahibini aydınlatmaya çalışıyordu.

Odaya girdiğini duyduğuna emindi ama çalmaya devam ediyordu oturan beden. Kendisinin rahatsız ettiğini düşünerek gider diye bekliyor olacağını düşünmüştü. Ama bedeni uzun süredir görememesinin üzerine yalnız yakalamış olması kalması için yeterliydi. Sesin koridorda daha fazla yayılmaması için kapıyı arkasından kapatarak olduğu yerde durmaya devam etmişti. Arkadan da mükemmel görünüyordu ona göre. Ve siyah saçlarının mum ışığındaki parıltısı piyano sesi ile izlenmeye değer bir görüntüydü.

Parça bitene kadar orada durmaya devam etmişti. Nefesi ise normalde olduğundan bile daha düzenli bir hale gelmişti. Delirmişlik hissi vücudunu terk etmişti ve sanki huzurla dolmuş gibiydi.

Mum ışığında yüzü parlayan beden ona döndüğünde ise kalbi hızlanmıştı. Bakışları ilk defa bu kadar üzün süre kesişmişti. Gittikçe ona çekildiğini hissediyordu. Buna dur demesi gerektiğini biliyordu, şimdilikte olsa. Bakışlarını ayırmıştı zorlukla. Ardından bir ses duyuldu büyük odada.

"Benimle çalmak ister misin?" Onun kadar iyi olmasa da, piyano bilgisi vardı. Bu yüzden kabul ederek yanına doğru ilerlemişti. İki kişinin dipdibe oturarak ancak sığacağı taburede kendine açılan yere çökmüştü yavaşça. Bedenleri değdiğinde ise titremişti. Heyecandan kaynaklı değildi bu sadece. Yanındaki beden çok soğuktu. Bu kıyafetlere rağmen hissediliyordu. Onun için endişelenmeden edememişti ama ona birşey söyleyebilecek cesarete de sahip değildi. Sadece ellerini tuşlara götürerek, önlerinde açık olarak bulunan notalara bakarak basmıştı birkaçına. Yanındaki beden başlamaları için bir işaret verdiğinde, en baştan alarak kendi tarafında olan notalara ona uyum sağlamaya çalışarak basmaya başlamıştı. Uyumlarından çıkan sese odaklandığında ise ürpermişti. Hiç deneme yapmadan sadece akışa bırakılan bir şeyin bu kadar kusursuz olacağına inanmazdı. Şahit olması ise hata yapmasına sebebiyet vermişti. Hatası ile yanındaki bedende durmuştu. Gözleri mahçup bir şekilde tuşlarda gezerken üzerindeki bakışları hissediyordu.

"Üzgünüm, senin kadar iyi değilim." Söyleyebildiği tek kelimeler bunlar olmuştu. Yanındaki beden ise sadece ayağa kalkarak ellerini Jeno'nun saçları arasında gezdirmişti bir iki saniye. Ardından bir şey söylemeden kapıdan çıkarak gitmişti.

Jeno ise mumun ateşine bakarak, tıpkı onun gibi kavrulduğunu fark etmişti.

saber [nomin] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin