9° křičet

307 33 24
                                    

bölüm dokuz° çığlık

Etrafta çığlık sesleri yükselmeye devam ediyordu. Sağdan gelen sesler bir süre sonra kesiliyordu ama hemen ardından soldan başka bir çığlık sesi duyuluyordu. Hepsi adeta acı doluydu. Sadece acı ile yetinen sesler değildi bunlar. Korku barındırıyorlardı derinlerinde. Belki de dünya da yaşayacakları en büyük korkularını yaşıyorlardı, seslerin sahipleri.

Ölüm korkusu.

Sadece kendi ölümlerinin korkusu ile kalmıyordu bir çoğu. En sevdikleri gözlerinin önünde ölüyordu. Bir kurşunla vurularak gerçekleşmiyordu ölümler ya da bir kaza sonucu. Belki bıçak kullanılsa bile azıcıkta olsa iyi hissedeceklerdi. Normal bir insan tarafından öldürülmüyorlardı. Gömülecek cesetleri olmayacaktı. Yakılıp küllerinin saklanabileceği kadar bir parçalarının dahi kalacağı şüpheliydi. Arkalarında kalan tek şey anıları, duvarları ve zemini kırmızıya boyayan kanları olacaktı. Gördükleri son görüntüler ise kan kırmızısı parlayan gözler olacaktı. Kim isterdi ki böyle bir sonu?

Ölmek isteyen insanlar bile böyle bir sona teslim olmazdı.

Aslında bu son göz göre göre gelmişti. Engellenebilirdi. Tanrı'nın bizler için yazdığı bir kader vardı ama zaten kaderimizin yazılı olduğunu düşünerek beklemek en büyük hataydı. O kasabada ki avcılarda böyle yapmıştı. Kendilerine dil dökmeye çabalayan bedeni umursamayarak sonlarını hazırlamışlardı günden güne. Ama bu dünya adaletsizdi. Başkalarının hatalarını, hiçbir şeyden haberi olmayanlar da öderdi. Olaylar gerçekleşirken bile daha sırasını bekleyenler vardı. Diğer çığlıkları duyduklarında uykusunda olanlar uyanmış ve olanları anlamaya çalışarak camdan dışarıya bakmışlardı. Bulutların ardına gizlenmiş ay ışığı olmadığından hava daha karanlıktı. Yanıp sönen sokak ışıkları da görüşü zorlaştırıyordu. Hem o sokaklardan bir beden geçse sadece gölgesini görmüş gibi olacaklardı ve ilk hayal gördüklerini düşüneceklerdi, karşılarında görene kadar.

Böyle bir şeyle karşı karşıya olsanız; ilk ölenlerden mi olmak isterdiniz, yoksa en sona kalanlardan mı?

İlk ölenlerden olmak hazırsız yakalanmak anlamına gelir ama bir şeyleri anlamlandırmaya çalışırken çoktan son nefesinizi vermiş olursunuz.

Sona kalanlar ise bir muammadır. Düşünmek için ellerinde daha fazla zaman vardır. Kurtulma şansları olabilir bazı olaylar karşısında ama eğer ölmek zorundalarsa? Sanırım o zaman sona kalmak pek iyi bir şey olmayacaktır. Çünkü ölüm korkusu anlık olarak gelişmeyecektir. Etrafta olanlar ile içten içe acıyla ölüm başlar. Korku da onları sararak bir duvar örer. Bazıları sadece kendini düşünerek, yaşamıyla eş değer olan başka bir yaşamı yem olarak kullanmaya kalkar. Tam tersini yaparak sevdiklerini korumak için kendini yem olarak kullanmak isteyenlerde vardır ya da sevdikleri için savaşmaya çalışırlar.

Korku ise onları çoktan öldürmüştür.

Son anın pişmanlığı ve farkındalığı ile onları koruyacak bir avcı da yoktur. Önce tehlike oluşturabileceklerden kurtulunur. Vampirler de tam olarak öyle yaparak ilk avcıların evlerine girmişlerdi. Hepsi kana susamıştı ve kendilerine acıdan başka hiçbir şey vermeyen avcılardan kurtulmak onlar için bir zevkti. Öğlen saatlerinde çocukların gitmesi ile önlerine çıkan bir engelde yoktu. Çünkü biliyorlardı ki, bu kasaba diğerlerinden farklıydı. Masum kişiler sadece çocuklar ve bebeklerdi. Onlara zarar vermemek haricinde, kalan olmayacaktı. Birkaç evde küçük bebeklerin olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden avcıların evinden sonraki durakları, o evlerdi. Bazı vampirler katliama katılmak yerine, bebekleri güvenli bir yere götürmek için görevlendirilmişti.

Bu kasabanın diğerlerinden farkı ne miydi? Bilerek ormanlarla çevrili bir yer belirlenmişti yıllar öncesinde. Bulanık zihinlere sahip insanlar kabul edilmişti sadece. Diğer insanlar geldiğinde satılık veya kiralık yer olmadığını söyleyerek geri yollamışlardı her seferinde.

Vampirler hızlı ve kana susamış canlılar değildi sadece. Bazılarının farklı güçleri de vardı, nadir olarak görülse de. Tanrı'nın yazdığı kaderi göremeseler bile, insanlığa zararları olup olmayacağını anlayacak güce sahiptiler. Bir gün aralarında sapkınlığa sürüklenenlerin olacağını da biliyorlardı. Bu yüzden bu kasabayı kullanmışlardı. Sadece tek bir kişi kasabadaki insanların sahip olduğu kategoriye girmiyordu.

Lee Jeno.

Babası sayesinde buradaydı. Onu bu kasabadan yollamak için özel burs bile teklif edilmişti ama o kabul etmemişti. Bir avcı olarak yetiştiğini öğrendiklerinde ise kaderinin bu olduğunu düşünerek burada yaşamasına izin verilmişti.

Onunla ilgilenecek kişi ise özel olan vampirlerden biriydi. Bir süredir onu gözetleyerek çevresindeydi. Jeno'nun da kendi çevresinde dolaşmaya çalıştığının farkındaydı en başından beri. Ormanda önlerine çıkıp en büyük engel oluşturanlardan da biriydi ayrıca. Okulda normal öğrenci sandığı Na Jaemin'e aşıktı. Ormanda asla yakalayamadığı ama öldürmek istediği vampirden de nefret ediyordu. İkisinin aslında aynı kişi olduğunu öğrenmesinin zamanı gelmişti.

Jaemin onu duvarla kendi arasına sıkıştırarak hareket alanını kısıtlamıştı. Önündeki bedene ormanda olduğu kadar baskı yapmıyordu. Çünkü kurtulsa bile yapacak bir şeyi yoktu. Kılıcı bile evin diğer köşesinde yere serilmiş haldeydi.

Evin içindeki loşluğa rağmen Jaemin önündeki bedenin tenini net bir şekilde görebiliyordu. Beyaz gömlek etrafını sarmış ve bazı kısımlara yapışmış durumdaydı. Yüzünün sol tarafı duvara dayalı olduğunda, sağ kısmı görüş açısındaydı. Bu sayede gözünün altında bulunan beni görebiliyordu. Kimliğini daha fazla saklamak zorunda olmadığından daha net görmek adına yüzünü, Jeno'nun yüzüne yaklaştırmıştı. Bedenleri ise birbirine daha çok temas haline geçmişti. Jaemin'in önündeki uzunluğun hissedilir olması diğer bedeni huzursuz ediyordu. O vampir olan kadar etrafı net göremiyordu ama yaklaşan yüzü zorda olsa seçebildiğindeki şaşkınlığı Jaemin'i gülümsetmişti.

"Beni gördüğün için mutlu değil misin yoksa?" Bunu söyledikten hemen sonra diğer bedenin boşluğundan ve kendi hızından yararlanarak, Jeno'yu yüz yüze gelecekleri bir pozisyona getirmişti. Şimdi sırtı duvara yaslı haldeydi ve yüzünün tamamı vampir olanın görüş açısındaydı. Herhangi bir saldırıya karşın Jaemin yine bedenini yaslamış ve ellerini de Jeno'nun bedeninin ayrı yerlerine konuçlandırmıştı.

Ellerinden biri omuzlarındaydı ve bunu gözden geliyordu Jeno. Çünkü karşısındaki bedenin diğer eli bel boşluğunu sarmıştı. Ayrıca ikisinin de bedenleri, birbirlerinin ön bedenlerine baskı yaptığından; öbür pozisyondan daha zor bir duruma sokuyordu.

Jaemin'in gözleri kırmızının en koyu tonuna büründüğünde, Jeno'nun yüzüne yakın duran eli hareket haline geçmişti. Keskin çene hatlarından başlayarak yüzünü turluyordu sakince. Narin dokunuşlardı hepsi, bir vampirden beklenilemeyecek şekilde. Özellikle dudaklarına dokunan el ile daha sert yutkunmuştu Jeno. Aşık olduğu adam onun yüzünü turluyordu ama bu nefret ettiği adamdı. Ne yapacağını bilemez şekilde sadece öylece durarak nefes almaya çalışıyordu. Çünkü bu durumdayken aklını zorlayıp fikir üretmek bile onun için uzaktı.

Dudaklarındaki baskı kesildiğinde, el en sevdiği yeri bulmuştu. Jeno'nun gözünün altındaki beni okşamıştı biraz. Daha sonra eli orada kalmaya devam ederken kırmızı gözlerini kahverengiliklere çevirmişti.

Jeno nefes alma yetisini kaybetmiş gibi hissediyordu. Oksijene ihtiyacı vardı fazlasıyla, bedeni ise bunu red ediyordu. O kadar dalmıştı ki gözlere vampir olanın son sözünü duymakta zorluk çekmişti.

"İyi uykular, Lee Jeno."

saber [nomin] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin