bölüm on dört° mavi
Soğuk suyun bedenini sürüklemesine izin veriyordu. Batık bir şekilde kalmayı istemişti ama gölün suyu bile onu kabul etmiyormuş gibiydi. Derinlerine doğru sürüklemek yerine, kıyaya çekiyormuş gibiydi; Jaemin bu şekilde hissediyordu. Onu kabul edecek tek yerin gökyüzü olduğuna inanmak üzereydi. Orası ise oldukça uzaktı. Öldükten sonra yukarıda bir yerde olunacağını söyleyen kişilere pek inanmıyordu. Her türlü zemindeydi beden. İster çürüyor olsun, ister yakılmış olsun.
Jaemin'e göreyse ruhlarda ölecekti veya bu hayatlarını unutarak, yeni bir hayata adım atacaklardı. Yepyeni bir beden ve yeni sevilecek kişiler.
"Cennet gerçekten var mıydı?" Bu en çok merak ettiği sorulardan biriydi. Varlığına inanmak istiyordu. Sorun şu ki, kendi varlığını bile yargılarken bir şeylere inanmak oldukça zorlayıcıydı. Yine umut etti kalpten; bu ruhu ile cennete gidebilmek için.
Sürekli çıkmazdaydı. Bir vampirdi ve Tanrı'nın yarattığı diğer canlılara zarar vermişti. Acısız zararlar değildi bunlar. Katletmişti yeri geldiği zamanlarda. Hem gözleri bile kırmızıya dönüyordu. Kan ve et ile beslenmek istiyordu, onlarda kırmızıydı. Cenneti çağrıştıracak bir şeye sahip değildi. Belki de diğer dünyaya inanmamaktaki en büyük sebebi buydu. Gerçekler ve cehennem.
Kapalı gözlerinin önünde beliren kızgın ve şiddetli alev görüntüsü ile gözlerini açmıştı. Mavi gökyüzü hiç kaybolmayacakmış gibi gülümsüyordu. Renginin tonu ne olursa olsun, seviyordu. Kendi siyah ruhu ile uyumunu seviyordu. Başka sevdiği biri daha vardı ama kendinden oldukça bağımsızdı. O beden de kanla yetişmiş olsa da, buna mecburdu. İyi taraftaydı, Jaemin'in aksine.
Su ile boğulmak yerine, düşüncelerle boğulurken gözleri gökyüzünden ayrılmıştı. Gölün hafif dalgalanmaları arasında sırtı dönük bir beden görmüştü. Gittikçe derinlere ulaşıyordu. Suyun kuvvetine karşı oldukça hızlı ilerliyordu. Jaemin sırtını sudan ayırarak dikleşmişti. Bedenin ne yapmaya çalıştığını gözetliyordu. Bakışları onu takip ederken birden yönünü kıyıya doğru dönmüştü. Bu da Jaemin ile bakışlarının kesişmesine sebebiyet vermişti. Tanıdık yüz ile birkaç adım gerilemişti. Saçları daha kısa bir kesimdeydi, dakikalar öncesine göre. Burada ne yaptığını merak ediyordu. Babası ile giderken asla geri dönmeyeceğini düşünmüştü. Daha derine gitti. Ona ulaşmak ve neden burada olduğunu sormak istiyordu.
Jeno ise bir gülümseme ile kendini tamamen suya teslim etmişti. O kısım fazla derindi. Jaemin ise suda elinden geldiğince hızlı ilerlemeye çalışıyordu. Yaklaştığında suya dalarak, gözlerini yanmasına rağmen zar zor açmıştı. Etrafını taradı. Nefesi yettiği kadar o bölgeye baktı ama bedenden hiçbir iz yoktu. Akciğerlerinde bulunan hava tükenmek üzereydi. Yukarı çıkmalıydı. Yorulmuş vücudu ile bedenini yukarı çekiyordu ama sanki asla tekrar gökyüzüne kavuşamayacak gibiydi. Kollarını yorsa da boşaydı. Mesafe azalmak yerine çoğalıyordu. Bunun tam tersineyse, nefesi yok olmak üzereydi. Bu kendi ölümü de demekti.
Son kez vücudundaki tüm güç ile bir kulaç atmıştı. Ve başka bir gücün ise onu yukarıya çıkardığını hissetmişti. Sonunda gökyüzüne kavuşmuştu. Göğüs kafesi kırılacakmış gibi derin bir şekilde nefes alıp verirken kendine gelmeye çalışıyordu. Az önce olanlar gerçek miydi? Yoksa tamamen hayal ürünü olan görüntüye yenik mi düşmüştü?
Tam olarak açamadığı gözleri ile etrafa bakmaya çalışıyordu. Kıyı tarafına döndüğündeyse aradığı beden dibindeydi. Gözleri açılmıştı. Ağrı hissediyordu ve nefes almakta halen zorlanıyordu. Zar zor derin bir nefes alarak ağzından birkaç kelime dökülmesini sağlamaya çalışıyordu.
"Jeno..." Başka bir şey söyleyemiyordu. Onun gözlerine bakarken boğuluyormuş gibi hissediyordu. Şimdi hiç nefes alamıyordu.
"Ölmeyi hak ediyorsun." Karşı tarafında tek söylediği bu olmuştu. Sonrasında Jaemin kendini tekrar su da bulmuştu. Bu sefer kurtulmaya çalışacak gücü yoktu. Ruhu gibi bedeni de tükenmişti. Boyun eğdi. Kapalı gözkapakları altında tek hissettiği, gittikçe dibe battığıydı.
Tüm hisleri teker teker yok oluyordu. Öldüğünü düşünmeden önce hissettiği son şey ise, battığı yerden daha derin bir kalp ağrısıydı.