bölüm iki° normal hayat
Güneş gökyüzünü renklendirirken her şey normal görünüyordu. İnsanlar uykularından uyanmaya başlamış -hatta bazıları çoktan uyanmıştı- işlerine ya da okullarına gidiyorlardı.
Gece olan şeylerden kimsenin haberi yoktu ve ölen bedenler hiç olmamış gibiydi. Lee Jeno yine normal hayatına geri dönmüştü. Güneş gökyüzünde olduğu sürece onun için normaldi. Hikayelerde de kurgulandığı gibi vampirler güneşe fazla maruz kalamazdı ama sadece vampir bedenlerindeyken. İnsan vücudu içerisinde onlarda hayatlarını yaşayabiliyorlardı. Sadece tek bir zorunlulukları vardı. Kullandıkları vücudu ayakta tutmak için kan içmelilerdi. Bu insan ölümlerine yol açıyordu. Sadece hayvanlarla beslenmeye çalışmışlardı ama o kan onlar için fazla güçsüzdü.
Vampirler gücün temsiliydi. İnsan bedenleri onları güçsüz düşürsede yaşamak için bunu yapmak zorunda kalmışlardı. Planlarını uygulayabilmeleri için çoğu vampirin yaşaması gerekiyordu çünkü. Vampilerin başındaki o kişinin emriydi bu. Ve onun emirlerine karşı gelmek veya karşı gelmeye kalkışmak bile sonunda ölümü getirirdi.
İnsan bedenlerinde olmaları onların bulunamayacağı anlamına gelmiyordu. Avcılar onlara karşı koymayı çok iyi biliyordu. Bir vampir, bir insanı şehrin merkezinde asla öldüremezdi. Tek seçenek hep ormandı.
Ağaçlarla kaplı ormanların sahibi belli değildi. Vampirler, hayvanlar, avcılar, insanlar ve bilinmeyen canlıların hepsinin hükmü geçerliydi. Orada bir yönetici yoktu.
En çok ölümler orada oluyordu. Birini öldürmeye çalışan bir insanı vampir sanarak bile öldürmüştü çaylak avcılar. Ah ama asla suçlu bulunmamışlardı. Eğer ortadan kaldırılsalar vampirler için hayat daha kolay olurdu. Tabii insanlar için daha zor olacağı gibi.
Tüm asaleti ile yürüyordu. Gece olduğu kadar parlamıyordu belki ama ona göre parlamasını sağlayan şey hep kılıcı olmuştu. Ay ışığı ile bütünleştiğinde kendini sonsuz güç sahibi gibi hissettiği bir gerçekti. Daha önce yüzlerce kez yaralanmıştı ve ölümden dönmüştü. Buna rağmen halen hayattaydı ve intikam almaya devam ediyordu. Ölümsüz olmayı dilerdi. Bazı avcıların bunun için vampir olmaya çalıştığı kulaktan dolma bilgilerle ona ulaşmıştı. Sadece onlara özel olan kitaplardan birini okurken yırtık bir sayfa olduğunu fark ettiğinde onu daha dikkatli incelemişti. Sayfaya el yazısı ile bir şeyler yazılmış olmalıydı, diğer sayfaya da geçmişti. O sayfayı yırtan kişinin acelesi varmış gibi görünüyordu. Yoksa yazının zorda olsa okunabilecek şekilde arka sayfayada geçtiğini bilse, onu da yırtardı. Jeno orada yazanları okuduğunda, bu duyduğu bilgilerin doğru olduğunu anlamıştı. Altta da bir isim vardı, daha önce ona hiç bahsedilmeyen. Oysa avcılar kendilerinden önce gelen avcıların adlarını öğrenmeliydi. O adın kendilerinden birine ait olduğuna emindi. Yoksa başka hiçbir türlü o kitap eline geçmezdi. Bu da kanıtlıyordu, ölümsüzlük için vampir olmaya çalışanların olduğunu.
Lee Jeno, dışarıdan sadece bir üniversite öğrencisiydi. Yakışıklı ve popülerdi klasik filmlerde, kitaplarda olduğu gibi. Kim onun bir avcı olduğunu düşünebilirdi ki?
Üniversite binasına girdiğinde, her zaman olduğu gibi çoğu göz ona dönmüştü. Buna alışmıştı. Bu yüzden hiç umursamadan sınıfına yürümeye devam etti. Siyah kıyafeler ve siyah saçıyla kabul etmese de parlıyordu. Tanrı'nın özenle yarattığı kim parlamamıştı ki şimdiye kadar?
İlk dersi biyoloji ile alakalıydı. Aşık olduğu çocuk ile aynı olan derslerinden biriydi. Arka sıralardan birine oturarak onu izlemek istiyordu. Ders umrunda bile değildi.
Bir katilin bile zaafları olabiliyordu, bir avcının neden olmasın ki. Lee Jeno'nun, Na Jaemin'e zaafı olduğu gibi.
Sınıfa girdiğinde gözleri yine ilk onu aramıştı. Cam kenarında bir sırada uyuyordu. Hep ders başlamadan böyle görürdü onu. Tam arka sırasına otururdu erken geldiği zamanlarda. Güneş ışığı yüzüne vururken bir meleği anımsatıyordu. Her gece vampir gören biri için bir melek görmek inanılmazdı. Vampirler gerçek olduğuna göre neden melekler gerçek olamayacaktı ki?