Çatırdayan çalı çırpının davetkâr sedası, gözlerini açmadan önce işittiği tek uyandırma nidası idi Corthus'un. Mahmurlukla aralanan gözleri, yanı başındaki kamp ateşinin rüzgâra kaptırdığı uçkunlarını, bir süre puslu ve gaip bir gecenin kalbinde yanıp sönen birer ateş böceği olarak seçse de pek çabuk kıvamını bulmuştu. Bulur bulmaz da bakışları, göğün engin katlarında bir o yana bir bu yana deveran etmeye başladı. Zira kadifemsi geceyi inci inci nakışlamış o gümüşi yıldızları görmeyeli sanki bir ömür geçmişti.
Gelgelelim büyünün bozulması, gözlerinin serbest kalması pek de vakit almadı. Keçi yününden battaniyenin altında el ve ayakları bağlıydı Corthus'un ve bunu anca fark etmişti. Hemen arkasında oturup onu sedasız izlemekte olan kadını fark etmesine ise daha çok vardı.
Sırtı ve kalçası yardımıyla doğrulmaya çabalarken bir hayli meşakkat çekti Corthus. Ve nihayetinde daha fazla kendini tutamayan kadın, usulca kıkırdamaya başladı. Sırtı üstü, iki seksen yatar haldeki Corthus, başını panikle geriye, sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Bunu yaparken nedense "Flora!" diye seslenmişti. Ne var ki ters yüz gördüğü bu kadın, Flora değildi elbette.
Çekik gözlü, çıkık elmacık kemikli bir kadın, gülüşünü saklar bir simayla, Corthus'a dikkat kesilmişti. Kuzguni siyahı saçlarına ait, alnını örtüp kirpiklerine yetişen kâkülü, kemerinde asılı işlemeli tirkeşe itina ile dizilmiş okların kartal tülünden yeleği ile rüzgâra katılmış, ancak bir an olsun kehribar rengi gözlerindeki o alevi örtememişti.
Kadının bakışları gibi oturuşu da tehditkârdı. Dik yakalı, etek boyu kısa bir kaftan ile birlikte at sürüşüne uygun bir pantolon vardı üzerinde. Pantolonunun paçaları, hemen hemen diz kapağına kadar uzanan, uzun konçlu, keçeden yapılma bir çizmenin arasına sokulmuştu. Esen rüzgârdan ya da onu pürdikkat inceleyen adamdan rahatsız olmuş olacak ki başlığını kafasına geçirdi kadın. İçi kürklü olan külah biçimli bu başlığın kenarları, kadının kulaklarını kapatacak bir hizada yukarı doğru kalkıktı. Başlık, kadını olduğundan daha da göz korkutucu göstermişti aslında. Aklar ile karaların birbirlerine katıştığı kürklü başlıktan kurtulup gözlerine tel tel düşen kara perçemleri, o kehribar gözlerinden aldığı alevle, fırlatılmaya hazır ateş okları gibi hizalanmıştı bakışlarının önünde.
Sorulacak belki çok soru vardı lakin Corthus, haklı olarak "Gaius nerede?" diye sordu ilk başta. Sithis'in o melun ışınları neredeyse arkadaşının ölümüne sebep olacaktı ve pek tabii endişesi, mevcut mahkûmiyetinden ziyade Gaius'un hayatta olup olmadığı idi. Arkadaşının nerede olduğunu sorarken imkânı dâhilinde şöyle bir çevresine bakındı Corthus. Fakat damsız, metruk ve harabe bir taş evin yıkık duvarları arasında kendisi ve şu erkek kılıklı kadın haricinde kimse yoktu sanırım.
Corthus avanakça yol ararken "Merak etme." dedi kadın alelade, pek ilgisiz bir tonda. "Gaius dediğin olsa gerek, şu sarı kafalı yakışıklı yaşıyor. Eh... Son gördüğümde kalbi hala atıyordu en azından."
Kadının bu umursamaz tavrı Corthus'un tepesini azıcık attırmıştı. "Gaius benim kardeşim! Anlıyor musun? Dua et ki yaşıyorsun olsun!"
Adamın öfkeli tavırlarına kulak asmıyor gibiydi kadın. Corthus'un azametli kükreyişleriyle eş zamanlı, kadın doğrulmuş, adamın lafları henüz bir yere tayin olmamışken Corthus'u koltuk altından kaldırıp kıçının üzerine oturtmuştu. Hayatında böyle bir kadınla hiç tanışmamıştı Corthus. Güçlüydü, tehditkârdı ve üzerindeki o kıyafetlerle, silahlarıyla epey caydırıcı görünüyordu.
Corthus'u tam karşısında çömelen kadın, "Evcı erlerim kardeşini Batıkent'e götürüyorlar. Şaman büyücümüze görünmesi lazım, yoksa ölecek." dedi. Gaius'un yaşamına değer verdiği yoktu aslında. Bu bilgiyi vermesindeki amaç karşısındaki adamın aklını Gaius'tan uzaklaştırıp kendine odaklamaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)
FantasíaMetal ayakları benek benek kabarmış, paslı bir ranzada yatan mahkûm, tavanın köşesini, iki taş duvarın kesiştiği yeri yuvalamış bir örümceği izliyordu. Tel tel, ipeksi ağın kıvrımlarında gezinen bu kırmızı benekli yaratık bir hayli açık seçikti. Zir...