AV

142 41 95
                                    

Kök saldığı toprak kadar gökteki ateş topu Sithis'in şefkatli gün yüzünden de eli ayağı çekilmiş, eğri büğrü bir mürver ağaç, henüz dalında iken kurumuş yaprağını rüzgâra kaptırıverdi. Baş tanrıça Fer'in kanunlarının büyücülerce hiçe sayılması ile gelen gazaba henüz bebekliğinde uğruyordu bu yaprak. Karalar bağlamış, bir deri bir kemik kalmış ağaçların arasından gecenin dumanına doğru seğirtti. Nihayetinde diğerleri gibi, tüm Lapsis diyarını rehin alan karların o puslu kucağına düşecek, üzerine bir kat daha çekilecek ve toprağa karışmaya fırsat bile bulamadan çürüyecekti. Gelgelelim öyle olmadı. Bir ağacın dibinde, çalı çırpının cılız ateşine mahkûm yatan bir adamın suratına yapıştı ve onu uyandırdı.

Ağız dolusu bir homurtuyla gözlerini açan Corthus, yüzüne yapışmış yaprağı parmaklarıyla güzelce çatırdatıp yanı başında kıpraşan ateşe serpti. Adamın belden yukarısı çıplaktı lakin lejyon malı, keçi yününden kara bir battaniyeye sarıp sarmalanmıştı. Farkında değildi. Sol yanında bir kadın vardı. Bağdaş kurmuş, çıt çıkarmadan onu inceliyordu. Corthus, battaniyeyi ucundan kısa bir tereddüt ile kaldırdı. Koku! İğrenç bir koku! Belinden sırtına, sırtından göğsüne sargı ile sarılmış, bu pamuksu dokumanın altından teni boyunca yapışkan, kara bir sıvı akmıştı. Sanırım leş gibi kokan bu sıvıydı.

"Merak etme..." diye fısıldadı kadın. "Hala tek parçasın..." Kadının efsunkâr nefesi kulaklarına değdiği an öyle bir fırlamıştı ki yerinden, Corthus'un rüzgârı, narince yanan çalı çırpıdan kadının suratına doğru kara bir toz kaldırdı.

Kadından acı bir inleme sesi patlayınca Corthus, alelacele bu gri saçlı kadına sokuldu. Bir yandan "Ulu Kal aşkına! İyi misin?" diye sorgu sual ederken diğer yandan da kadının ise bulanmış suratını yokluyordu. Parmaklarına kadının yeşil gözlerinden akan yaşlar bulaşmıştı. Fena halde panikleyen Corthus, cebinden çıkardığı zindandan kalma paslı bir bezle kadının yüzünü temizlemeye çalıştı, fakat hepten bok etti.

"Özür dilerim, özür dilerim... Hanımefendi ben... Bir an korkup... Şey oldu." diye eveleyip geveledi. Corthus, beceriksizce af dilerken kadın, yanı başındaki kırbasını adama uzattı. "Lütfen..." dedi, damla damla akan gözyaşı, isle sıvanmış yanakları boyunca süzülüp kadının ay parçası tenini ince bir şerit halinde de olsa açık ederken.

Uzatılan kırbayı alıp içindeki suyu kadının avuçlarına döktü Corthus. Heyecandan başı zonkluyordu. Karşısında bir kadın vardı. Evet, aylarca süren seferlerde, talanlarda kadınlardan uzak kalmıştı ancak zindan bir farklıydı.

Suratını iyice yıkayıp gözlerini ovuşturan kadının kar beyaz yüzü, zümrüt yeşili gözleri, karanlık bulutları yırtarcasına gözlerine doğduğunda birden hayat buldu Corthus.

"Daha iyisin ya?" dedi, şipşak ağacın dibindeki battaniyeyi kapıp kadının sırtına örttükten sonra. Zira orman, açık bir vadiymişçesine rüzgâr alıyordu. Ağaçlar kudretinden yoksun ve cılız iken bitki örtüsünün tamamı da karlara yenik düşmüştü.

Ciğerlerini kabartan derin bir nefesle gözlerini devirdi kadın. "Sen uyanmadan önce iyiydim!" diye çemkirdi.

O esnada Corthus çevresine dikkat kesildi. Yüzlerce insan, süslerinden mahrum ağaçların arasında, gecenin karanlığı ile kara saplanmış toprağın koynunda huzursuzca uyuyordu. Çoğu, olgun erkekti. Aralarına dağılmış lejyon çadırları da vardı. Muhtemelen onlarda yaşlılar, kadınlar ve çocuklar uyuyordur diye düşündü adam. Ötede, kamp alanına hâkim bir noktada, komutan çadırı gözüne ilişti. Keçi derisi yüzeyinden ışık sızıyordu. Gaius orada olmalıydı. Ve ne yazık ki kardeşi Rufus da öyle...

Yüzünü tekrar kadına çevirdi Corthus. Ona kalsa sonsuza kadar kadına bakabilirdi. Gümüşî saçları Kartia diyarının karakteristiği idi. Ama zümrüt yeşili gözleri değil; onlar kendi diyarına, Lapsis'e aitti. Okka gibi bir burnu, çıkık elmacık kemikleri vardı kadının. Gülümsemiyordu belki ama bu somurtkan hallerinde bile dudaklarının zarâfeti kıvrımlarından taşıyordu.

IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin