Sıra dışı bir gece değildi. Birbirlerine sıkı sıkıya tutunmuş, yekpâre olarak uzanan kristal grisi bulutlar, göğün güzelliklerinin Arz'a varmasına engel olmak için işbirliği yapıyordu yine. Ne yaşlı budala Auda'nın ak benekli yüzü ne de gümüşi parıltılar oynaşıyordu semada. Gök gibi yer de pek cansızdı. Ama üzerinde yaşayanlar için bir telaşe hâkimdi. Bitmek bilmeyen bir hayatta kalma telaşesi idi bu.
Tüneğine kurulan bir baykuş, kocaman gözleriyle bir nöbetçi gibi çevreyi kolaçan ederken tilki ve kartal, bir tavşan için kıran kırana bir mücadeleye tutuştu. Her ikisi de açtı... Her ikisi de bu yıldızsız gecelerin sefiliydi...
Olay, avını yakalamanın haklı gururunu yaşayan tilkinin, emin adımlarla ilerlerken nereden çıktığı belli olmayan bir kartalın avına göz dikmesi ile başlamıştı. Yeri yutan kar taneciklerini savurdu kartal ve pençelerini tilkinin çenesinde tutuklu tavşana geçirdi. İkinci bir kanat darbesiyle tozu dumana katarak yükselmeye çalıştı ama hayır, tilki çetin cevizdi. Çenesini gevşetmeden sıkı sıkıya tutundu avına.
İşin aslı kartal, vücut ağırlığının yarısını rahatlıkla kaldırabilirdi lakin tilki ve tavşanın yükü birlikte ağır gelmişti ona. Kartalın her bir kanat darbesi hüsranla sonuçlanınca tilki de debelenmeye başladı. Açtı... Hem de çok açtı... Gelgelelim kartal, pençe ve dişlerle kanayan tavşanın lezzetini duyumsadıkça daha da hırçınlaştı. Bir yükselip bir alçalarak tilkinin afallamasına yol açtı ve nihayetinde onu pes ettirdi. Sonuçta savaşın kaybedeni bu seferlik tilki olmuştu. Ancak gerçekte, kaybeden her zaman tavşanlar olacaktı.
Arz'ın küskün ateşi günden güne yitip giderken kamp ateşinin buruk sıcaklığına iyice sokuldu Gaius. Şu menfur kurdu hakladıklarından beri tam bir gün geçmişti. Taban teperek ilerledikleri Artemisia Kuleleri'ne olan yolculukları sırasında Corthus'un sırtındaki yaralar hortlamış, acılarını görmezden gelmeye çalışan adam, çok demeden bayılmıştı. Arkadaşını yine sırtında taşımak zorunda kalan Gaius, uygun bir fundalığın seyrek zırhına sığınıp iki sopa ve bir lejyon muşambası ile derme çatma bir çadır kurmuştu. Ayaz hiç kesilmeden eti kesercesine üflemeye devam ediyordu. Çöl rüzgârları nasıl ki kumları dalga dalga hareket ettiriyorsa ayaz da kar taneciklerini öyle dolaştırıyordu Menandria Ovası'nda. Lapsis diyarının sakinlerinden hiç kimse karanlığın böyle bembeyaz geleceğini düşünmemişti.
Gaius'un bir gözü yanan ateşte öbürü ayazın gölgelediği kuytularda gezinirken Corthus hala baygın yatıyordu. Rüyalar âlemindeydi. Gaipten çıkagelen davetsiz bir misafire kadar en azından öyle sanılabilirdi... Gece gibiydi teni kadının. Kıvrımlarını örten sadece bu karanlıktı. Corthus'un görmeye hasret kaldığı yıldızların parıltıları düşüyordu ama kadının gözlerine. Yeşilin bu tonu kesinlikle Arz topraklarına layık değildi. Kadının kıvırcık saçlarında yıldızlar oynaşıyordu adeta. Dudaklarında volkanlar patlıyordu.
Hiçlikte süzülürken bu kadın da onun etrafında dönüyordu. Ama ne dönmek! Tüm âlem onunla birlikte dönüyordu sanki. Corthus yetişemiyordu. Sonra kadının dolgun dudakları aralandı ancak Corthus işitemiyordu söylediklerini. Kadının göz kamaştıran, evrende var olabilecek tüm yeşilleri barındıran o efsunkâr gözleri merakla kısıldı. Kendi etrafında raks edercesine süzülürken birden Corthus'a sokuldu ve büyülenmiş adamı kolları arasına alıp hiçlikte tekrar yükseldi. Dönüyorlardı, durmaksızın devri daim eyliyorlardı.
Corthus'un gözleri fırıldak gibi dönen, bükülen, genişleyen ve sonra daralan âlemlere dayanamayarak kapandı. Varlığını sıkıştıran baskı azalınca gözlerini tekrar açtı. Dağların, nehirlerin, ovaların her şeyin üzerindeydi artık. Kıtanın tamamı ayakları altında uzanıyordu. Acı çekiyordu ama Arz... Sanki kalp atışı yavaşlayan bir insan, dalgalarını kaybetmiş bir deniz gibiydi. Kadının kollarında süzülmeye devam etti Corthus. Zaman mefhumu çökeli çok olmuştu. Bataklıkları aştılar; çöllerin üzerinde dalgalandılar; dağların karlı zirvelerinden seğirttiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)
FantasiaMetal ayakları benek benek kabarmış, paslı bir ranzada yatan mahkûm, tavanın köşesini, iki taş duvarın kesiştiği yeri yuvalamış bir örümceği izliyordu. Tel tel, ipeksi ağın kıvrımlarında gezinen bu kırmızı benekli yaratık bir hayli açık seçikti. Zir...