Savaş ya da kaç!
Arz'ın çocukları için öyle alelade mefhumlar değildi bunlar. Seçimden ötesi, başlı başına bir varlık gibiydi her ikisi de. Başına buyruk ve tahakküm sahibi idi tartışmasız. Biri ruhun öteki de bedenin ayrılmaz parçasıydı. Nasıl ki et tırnağı parçalamadan bırakmaz, bir anne cebir olmadan evladından kopartılamaz ise bu parçalar da doğalarından öyle kolayca vazgeçemezdi işte. Her ikisi de bu doğalarına sıka sıkıya tutunur, galip gelmeden asla salmazdı ötekine. Neyse ki zaman mefhumu esnerdi o saniyelerde. Yoksa nice olurdu Arz'ın çocuklarının hali!
Ruh Bağışlayıcı ile Şekil Verici'den birer miras idi bunlar. Savaşırdın veyahut kaçardın. Başka bir yol yoktu bunun ötesinde. Her ne olursa olsun yine de mahkûmdun ama. Galibiyet değil miydi onu korumaya mahkûm kılan seni? Mağlubiyet değil miydi bir başka gün savaşmaya mecbur eden seni? Hayatta kalmak, mahkûmiyetin bir başka adıydı oysaki. Belki de bu yüzden Arş vardı. Savaşmaya mecbur bırakılmayan bir ruh, kaçmaya zorlanmayan bir beden... Ya da geriye her ne kalıyorsa...
Gel gör ki Sura'nın harabeye dönmüş zihninde tozu dumana katarak tepinen uğultular, başrahibe Lithia'nın son sözleri, bir başka destanın habercisi gibiydi. Tanrıça Ferlux'ın ince mizahı, savaşmayı da kaçmayı da kız çocuğu için bir edecekti.
Kaç kızım... Kaç bir tanem... Kaç güzel torunum...
Başrahibe Lithia'nın ruhtan yoksun bedeni, Sura'nın kolları arasındaydı. Ya ihtiyar pek çabuk soğumuştu ya da kız çocuğunun kanı, kaynağına kadar çekilmişti. Elleri titriyordu Sura'nın. Ahenksiz nefesleri de titriyordu, avuçlarında ağırlaşan ihtiyarın son sözleri de... Bölük pörçük, patır patır dökülürken kelimeler hiçliğe süpürüldü ve kız çocuğu görece bir zamana tutuldu. Milisaniyeler döndü saliselere; saliseler döndü saniyelere; uzadı da uzadı.
Hemen yanı başında dikilen Ida'nın içine içine sayıklamasını duymuyordu: Kaç... Kaç... Kaç... Müphem bir zamandı sanki; her şey ama her şey esnemişti. Gri rahibe Agnis ve Gemma'nın soluklarının kesilip kalplerinin teklemesini duymamıştı. Eğer duyabilseydi Sura, o kalp atışlarının yelkovanı terk edip akrebe tutuklu kaldığını da anlayabilirdi. Uzadı da uzadı...
Kaç... Kaç... Kaç...
Diğer herkes gibi tutuklu kalan kalbi, dudaklarından dökülen bu kelimelerle kademe kademe ritim bulmaya, fısıltıları Şekil Verici'nin mirasına uyup az da olsa kuvvetlenmeye başlamıştı Ida'nın. Esneyen zamanın bir sapağından da gri rahibe Agnis kaçmaya çalışıyordu. Karalara teslim olmuş olan gözlerinin elası, Ida'nın sayıklayışıyla tekrar hükmü eline almış, iki büklüm yere yığılacak bacaklarına derman veriyordu. Gemma kapı eşiğine ve son aldığı nefese mıhlanmış dururken Agnis, yanındaki gri rahibeye "Zamanı gelince tereddüt etme... Anahtar bende..." diye fısıldayıp odaya bir adım attı. Aynı ilki gibi yavaş bir adım takip etti bunu. Sonra bir adım daha... Saniyeleri tekrar yakalayabilmişti Agnis.
Bir kedi gibi kıvrakça çaylakların arasına girip Sura'nın hemen yanı başına, başrahibeye doğru sokuldu. Zihnini var gücüyle Sura'dan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Şükür ki kapı anahtarlarının dalga gücü yoktu. Göz ucuyla çaylakları kontrol etti. Ida hariç hemen hepsi derin bir şoka tutuklu kalmış, kıpırdamıyordu. Yavaş bir hamleyle, bir bebeği kucaklar gibi başrahibeyi kucakladı Agnis. Aynı anda çaylaklar da zamanın başka bir sapağından çıkmak üzereydi. Dehşete bulanmış çehreleri kıpraşmaya başlamış, irileşmiş gözleri bilinçsizce Agnis'i takip eder olmuştu. Ne var ki hiçbiri, Agnis'in el çabukluğu ile başrahibenin cüppesinden bir anahtar aldığını fark etmemişti.
Agnis, avına küçük adımlarla yaklaşmakta olan bir yırtıcı gibi odanın dışına adımlıyordu. Aynı anda Gemma da içeri giriyor, zihnini var gücüyle talan ediyor, ürkütmeden avına doğru yaklaşıyordu. İhtimal ki ortalık velveleyle sarsılmadan başaramayacaktı fakat başka bir çaresi de yoktu. Sura'ya doğru yavaş ve ağır adımlarla sokulurken Ida'nın o ürkek mırıltıları da iyice baskın hale gelmişti: "Kaç dedi... Kaç dedi... Kaç dedi..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)
FantasíaMetal ayakları benek benek kabarmış, paslı bir ranzada yatan mahkûm, tavanın köşesini, iki taş duvarın kesiştiği yeri yuvalamış bir örümceği izliyordu. Tel tel, ipeksi ağın kıvrımlarında gezinen bu kırmızı benekli yaratık bir hayli açık seçikti. Zir...