"Jisung! Geç kalıyorsun kalk artık!" Jisung söylene söylene yatağından kalkarken, ilk günkü heyecanını matematik çalışırken kaybetmişti, yorganına sarılarak yataktan kalkıp ayaklarını sürüyerek mutfağa ilerlediğinde babası gülmüştü.
"Günaydın oğlum, okula böyle mi gidiyorsun?" Jisung babasına dudak büzerek bakıp sandalyesine oturarak duvara yaslandı ve sızlanmaya başladı.
"Anne gitmesem olmaz mı?" Kadın elindeki tabakla kalakalırken tabağı masaya bırakıp sandalyesini oğluna çevirdi. "Nede bebeğim? Biri bir şey mi dedi?"
"Anlamıyorum dersleri. Beni İngiliz okuluna neden yazdırmadınız ki?" Jisung başını duvara yaslarak yorganına iyice sarılırken ağlamak istemişti. Dersler onun için fazlasıyla zor geçiyordu.
"Sana lise bitmeden dönmeyelim demiştim. Al, gör oğlunun halini." Kadın sinirle yerinden kalkıp işine devam ederken adam kaşlarını çattı.
"Keyfimden mi getirdim sizi buraya? İşim böyle gerektirdi. Kalk hazırlan Han Jisung, okula gidiyorsun."
"İngiliz okuluna gitmek istiyorum, gitmeyeceğim dedim." Jisung yerinden hışımla kalkarken odasına gidip hazırlanacağını herkes biliyordu.
Anne ve babası tartışmaya devam ederken Jisung önce yorganını odasına bırakmış, sonra banyoya geçerek tipini düzeltmiş ve formasını giyinip çantasını alarak sessizce evden çıkmıştı. Apartmandan duyulan bağrışmalara göz devirip hızlıca merdivenlerden inmiş, dün aldığı kablolu kulaklığı çıkararak kulağına takmış ve sesi açıp derin bir nefes alarak durağa yürümüştü.
En sevdiği şarkı çalarken aklına Minho'nun bu şarkıya 'berbat şarkı' dediği gelince tekrar gözleri dolmuştu.
Kartını basıp en arkaya oturarak çantasına sarılırken gözlerini kapattı, ağlarsa yüzü şişerdi, ağlamamaya çalıştı.
Yirmi dakikalık yolculuğun ardından okulun önünde inmiş, karşı kaldırımdaki marketten kahvaltıyı geçiştirmek için çikolatalı kek ve vişne suyu alarak okula geçmişti.
Sırasına oturacağı sırada Minho'nun sınıfa girdiğini görmüş ve onun oturmasını bekleyip öyle yerine yerleşmişti. Zorlukla yutkunarak kekini yerken, Minho onu yok sayıp sırasına başını gömerek kapüşonunu kapatmıştı bile. Jisung, dolan gözlerini kekine çevirip sessizce yerken yanağından düşen yaşı kimse görmeden sildi ya da öyle yaptığını sandı çünkü Hyunjin çantasını sıraya bırakmadan yanına gelmişti.
"İyi misin?" Jisung konuşmak yerine başıyla onaylayıp vişne suyunu bitirerek derin bir nefes aldı. "Neden ağlıyorsun o halde?"
"Ağlamıyorum."
"Gözlerin işemeyi öğrenmiş öyleyse." Jisung, Hyunjin'in kurduğu cümleye gülerken nemli yanaklarını iyice kurulayıp çöplerini eline aldı.
"Sadece bugün biraz sinirlerim bozuk. Konuşma dilinde sorun yok ama iş ders boyutuna geçince fazlasıyla zorlanıyorum." Hyunjin başıyla onaylarken birkaç saniye önce gelen Seungmin Jisung'ın masasına doğru eğildi.
"İngilizcem harika değil ama sana en basit şekilde dersleri anlatmaya çalışırım. Chan, ben, sen ve Felix her hafta sonu kütüphanede buluşursak ikiniz de yıl içinde iyi notlar alırsınız." Jisung gülümseyerek Seungmin'e bakarken Hyunjin gencin yanaklarına ellerini koyup kafasını hafifçe salladı. "Bak, her şeyin çözümü vardır. Ağlama böyle basit şeylere."
"Teşekkür ederim." Jisung ikisine de gülümserken Hyunjin göz kırpmış, önüne dönmüştü.
Çalan zille sınıfa giren edebiyat öğretmenini selamlamış, derse başlamışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Silent° [ MinSung ]
Fiksi PenggemarYaklaşık yirmi dakikanın ardından okulun önündeki durakta inmiş, büyük binaya girmeden önce kısa bir bakış atıp derin nefes almıştı. "Pekala, işte başlıyoruz." Jisung gülümseyerek etrafa bakınıp okulun bahçesine ilk adımını atmış, ardından hızlı adı...