"ANNE!"
Yataktan sıçradığımda içinde bulunduğum karanlığın içine gömülmüş olan odayla yine kabus gördüğümü anladım. Yanağımdan süzülen yaşlarla birlikte kalp sıkışmamın bitmesini bekledim ama geçmiyordu. Ayağa kalkıp ilk önce odanın ışığını sonra da pencereyi açtım biraz nefes almak zorundaydım.
Duvara yaslanıp hıçkırıklarımla birlikte yere çöktüm. Bağıra bağıra ağlıyordum ama hiçbir şekilde içimi rahatlatmıyordu. Ağlamaya o kadar alışmıştım ki artık içimi rahatlatmayacak kadar sıradandı benim için.
O kazadan ablamla ben kurtulmuştuk benim için ablam yaşıyor olsa da ben onun için ölmüştüm. Kazadan benim sorumlu olduğumu düşündüğü için yüzüme bile bakmıyor hatta benden nefret ediyordu. Haklıydı da. Eskiden de birbirimizi sevmezdik zaten.
Bu normal kavga edip birbirine gıcık olan abla kardeş ilişkisi değildi. Bu gerçekten birbirinden nefret eden bir abla kardeş ilişkisiydi. Kazanın sebebi olmam da onun benden daha çok nefret etmesine sebep olmuştu. Yüzümü görmek bile onda kusma isteği barındırmış olacak ki benim varlığımı unutmak için dünyanın diğer ucuna gitti.
Sonunda kalbimdeki sıkışma gittiğinde kesik ama derin olmaya çalışan nefesler alıp verdim. Hıçkırıklarım da yavaş yavaş kesilmeye başladığında geriye sadece yaşlar yüzünden ıslanmış bir surat ve kızarık olduğuna emin olduğum gözler kalmıştı.
İçerisi dışarıdaki buz gibi havadan dolayı soğuduğu için çöktüğüm yerden kalkıp pencereyi kapattım ve dışarıyı izlemeye koyuldum. Yoğun yağan kar insanların yürürken bıraktığı ayak izlerini ve araba lastiği izlerini kapatmış onların yerine yeniden pürüzsüz beyaz bir zemin hazırlamıştı.
Çoraplarımı giyip montumu elime aldıktan sonra botlarımı giyip dışarı çıktım. Bahçede karın üzerine sırt üstü yatıp karanlığın arasından dökülen beyaz kar tanelerini izledim. Gözlerimin içine dolan kar tanelerini gözlerimi kapatarak engelledim ve sadece yüzüme düşüşlerini hissettim. Soğuk vücuduma iyi geliyordu hislerimin normalleşmesine ve bir süreliğine iyileşmeme yardım ediyordu. Ya da ben öyle olmasını istiyordum.
Hyunjin
Odama geçip yatağıma kuruldum. Chris le odaları değiştirmiştik sonunda. Bana on saat nedenini sorsa da şekli daha çok hoşuma gitti diyip geçiştirmiştim. Nedenini ben bile bilmiyordum ona nasıl açıklayabilirdim ki?
İçerisi Chris pencereyi açık bıraktığı için morg gibi soğuk olmuştu. Pencereyi örtmeye gittiğimde hıçkırık sesleri duydum. Ses Felix'in odasından geliyordu. Camı açık olduğu için ve evler arasında çok mesafe olmadığı için rahat bir şekilde duyulabiliyordu.
Resmen bağırarak ağlamaya başladığında içimde bir burukluk olduğunu hissettim. Işık açıktı ama görüş açımda kimse yoktu. Noldu da bu kadar kötü oldu veya ne bu kadar canını yaktı bilmiyorum ama onu çok fazla derinden etkilediği kesin. Ağlama sesleri kesildiğinde bir süre daha bekledim. Ayağa kalktığını gördüğümde hızlı bir şekilde eğildim ve bir süre öylece bekledim. Sapık izlenimi vermek istemezdim sonuç olarak.
Yavaşça kalkıp tekrar ne yaptığına baktığımda montunu alıp ışığı kapattı ve odadan çıktı. Bir süre sonra da evin giriş kapısı açıldı. Kendisini karların arasına attığında gülümsedim. Hızlı bir şekilde montumu alıp Chris'i rahatsız etmemek için oldukça sessiz olmaya çalışarak merdivenlerden indim. Botlarımı da giyip evden çıktım ve karşı eve yöneldim.
Karların arasına yatan Felix'in yanına kurulduğumda gözlerini açıp bana baktı ve bir şey söyleme gereği duymadan gözlerini kapatıp gökyüzüne döndü. Kötü olduğunu hissediyordum. Gözleri hala çok fazla ağladığı için şişti ve yüzü ağlamak istiyorum diye haykırıyordu. Saçlarını okşamaya başladığımda gözlerini açıp bana döndü bir şey demeden ben onun gözlerine bakıyordum o da benim gözlerime...