9. Bölüm

104 12 5
                                    

Bazı anlar vardır. İnsan o anlarda neyin tohumunun atıldığını anlayamaz. Tek bir an umutsuz birine umut, yaralı birine bant olabilir. Filizlenme evresine geçmeden henüz çimlenirken hisseder insan o anın getirisini. Kimi zaman bir tebessümle, kimi zaman göğüsünde oluşan ağırlıkla, kalp sancısıyla, kimi zaman gözyaşıyla. Çimlenirken karşı koymak gerekir. Karşı koyamadan filizlenme evresine geçtiyseniz geçmiş olsun! Artık dönüşü yok. Acı ve öfkenin saf haline bürünmüş biri için bir parça umut filizi vücuduna giren zehirden başka bir şey değildir. Yarasına yapışacak bandı bulduğu an yapışkanı azalan yerlerden yapıştırmaya çalışmak yerine kendi elleriyle söküp atar. Acıyı saf haliyle yaşayanlar, en çok acıtanlardır.

Ayaz ve Güneş yeniden karşı karşıya masa başındalardı. Odanın içerisinde soğuk rüzgârlar esiyordu. Ciddi anlamda saatlerdir çalışıyorlardı. Tabii sadece önlerindeki proje ile değil diğer işleriyle de ilgilendikleri için süreç uzuyordu. Henüz kimse onları yalnız bırakmaya cesaret edemediği için sürekli nöbetleşe odada bekliyorlardı.

Çalan kapı ile bilgisayar ekranına bakmayı kesti Güneş. Kahvenin zamanlaması harikaydı. Kapı açılınca önce orkideler sonra kuryenin ayakları göründe. Güneş kanı çekilmiş gibi hissetti, hızla ayağa kalktı. Hakan'da hemen savunma pozisyonu almıştı. Bu başka bir kurye şirketiydi. Adam resmen kendini garantiye alıyordu. Hakan adamı bekletip çiçeği kontrol etti. Kartta "ben baktığın her yerdeyim" yazıyordu. Sessiz bir küfür savurdu Hakan. Adamı henüz bulamadıkları yetmiyormuş gibi engelleyemiyorlardı da.

Alaz, Azra ve Mert'te çoktan odaya gelmişlerdi. Alaz, babasını arayarak gelmesini söylemişti. Hakan, çiçeğin yanında gelen zarfı Güneş'e uzattı. Yeniden fotoğraflar çıkabilirdi ve bu arkadaşının özeliydi. Herkes merakla bekliyordu. Zarfı açan Güneş kasıldı. Nasıl? Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Yaşadığı korkunun pek bir tanımı yoktu. Her seferinde daha ne olabilir dedikçe fazlası oluyordu. Evinin dibine kadar nasıl girebilmişti bu sapık? Nasıl fark edememişlerdi? Ailesi? Annesi, babası, kardeşleri ve en önemlisi de kızı o evdeydi. Gözünün feri gitmiş gibiydi. Kafasında onlarca senaryo dönüp duruyordu. Aynı anda hem çok fazla düşünüp, hemde aklın durmuşcasına düşünememek mümkün müydü? Güneş için o an mümkündü. 

Agâh Bey hızla içeri girip Güneş'in elindeki fotoğraflara uzandığında Güneş, ateşe değmiş gibi hızla kendine geldi. Fotoğrafları tuttuğu elini geriye doğru kaçırdı. Herkes ona bakıyordu. Gözleri odağını bulamıyormuş gibi odadaki insanlar dışında her yerde dolaştı. Birkaç kez ağzı aralandı konuşmak için. Titremesine engel olmak istiyordu ancak ayazda kalmışcasına ihanet ediyordu vücudu. Derince nefes aldı. "Fo- fotoğraflar mahrem. Odamı gözetlemiş." dedi titreyerek.

Duydukları ile kalakaldılar. İlk anda tepki veremediler. Kimisinin kaşı çatıldı, kiminin gözleri büyüdü. İşler çığırından çıkmıştı. Sonraki aşama neydi? Bu tacizin devamında ne gelecekti? Güneş'in hayati tehlikesi var mıydı?

Agâh Bey çok öfkelenmişti. Telefonuna sarılıp Emniyet müdürü olan ahbabını aradı. Bir ekip yola çıkmış geliyordu. Güneş, dolmuş gözlerini tavana dikmiş yaşlarını akıtmamaya çalışıyordu. Yanan gözlerine, sızlayan burnuna, titreyen ellerine lanet etti. Berbat hissediyordu. Dağılmıştı.  Daha önce çok hayranı olmuştu. Takıntılı denebilecek kadar ısrarcı olanlarda olmuştu ama hepsi bir noktada durmuştu. Peki, bu adam? Nerede duracaktı?

Hırsla elini masaya geçirdi Güneş. Bu olanlara inanamıyordu. Başını masaya eğdiğinde zarfın içerisinden dışarı taşan beyaz kâğıdı gördü. Hızla çıkarıp okumaya başladı.

"Yanımdan her geçtiğinde burnuma dolan kokunu rahat rahat solumak için sabırsızlanıyorum. Vücudunda gezinen ellerimi hayal etmek bile bulutların üzerinde hissettiriyor. Kavuşmamıza çok az kaldı sevgilim."

SARSINTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin