X

7K 640 116
                                    

 Y/N : Yorumların beni inanılmaz mutlu ettiğini biliyor muydunuz? c:

-------

"Filmi boşver." Ezra cümlesini hızlı bir şekilde tamamladıktan sonra bana cevap verme süresi tanımadan yüzlerimiz arasındaki mesafeyi yavaşça kapattı. Sanki onayımı bekliyormuş gibiydi, nazikçe eğildi ve gözlerimin içine baktı. Gözleri parlıyordu, heyecanla, gerginlikle, korkuyla. Neredeyse her şeyi iri göz bebeklerinin içinde, tek tek görebiliyordum. Kalbim sıkışıyordu, birilerine bu kadar yakın durmaya alışkın değildim. Ondan uzaklaşmadım, ancak onayladığımı belli eden bir şey de yapmadım.

Neler olup bittiğini anlamam biraz süre aldı. Bir rüyada olmadığımı, ya da önümüzdeki saniyeler içinde uyanmayacağımı ve kendimi yatağımda bulmayacağımı fark ettiğim saniye paniklemeye başladım. Bu gerçekten de oluyordu. Birisi beni öpmek üzereydi.

Beni korkutan asıl şey ise beni öpmesini istiyor olmamdı. Bu kadar yakınımda dururken, beni bu zayıf anımda yakalamışken, beni öpmesini istiyordum. Kendimi hayal kırıklığına uğratıyordum. Bu tutku, zayıflığımın bir göstergesiydi. Tutku onun işiydi, ve ben, bana bulaştırmasına izin veriyordum.

Ben böyle şeylere asla bulaşmazdım, bu benim başıma gelmiyor olmalıydı.

Ben böylesine bir dakikada bile düşüncelerimin esiri olmuşken, dudaklarımız temas etti. Sanki neden ruhuma kazındığını bilmediği yaralarımı iyileştirmek için yapıyordu bunu. Nazikçe. Sorgulamadan. Zorlamadan. Sanki tek istediği, beni tanımak, ve benim de onu tanımamdı. 

Onun cümlelerine, sorularına, ısrarcı olmadığı sürece cevap vermezdim. Sanırım paylaştığımız öpücük için de bu geçerliydi, her ne kadar karşılık vermek istemediysem de, kendi dudaklarımı onunkilerinde kaybettim. 

Dudaklarının tadı, özgürlük gibiydi. Neyi özgür kıldığını, nereden geldiğini bilmiyordum. Ama varlığından şikayetçi değildim. Onun okyanusa benzer kokusu ciğerlerimi doldururken, kalbim göğüs kafesimi parçalamaya çalışıyordu sanki. Şimdi anlıyordum, şimdi insanların söz ettiği şeyi anlıyordum. Tutku bu olsa gerekti. 

Sanki dudaklarımı değil de, ruhumu öpüyordu.

Bir eli dağınık, siyah saçlarımın arasında kayboldu, diğeri ise yolunu belime doğru ilerletti. Ellerimle ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, nasıl olmalıydı, ne yapmalıydım hiç bir fikrim yoktu. İlk kez birisi beni öpüyordu, ancak o ne yaptığını çok iyi biliyordu. Eminim bunu ilk kez yapmıyordu.

Sokaktaki araba sesleriden, nefes alıp verişimizden, ve kalp atışlarımızdan başka hiç bir ses yoktu. Zaman adeta durdu, kaçmak istedim.

İnsanlar, kırılgan ve zayıf yaratıklardır. Onlar kırık kalpler, ve bozulmuş sözlerden oluşmuşlardır. Ancak birisi sizi böyle öptüğünde, her ne kadar aşka inanmayan bir kalp taşırsanız taşıyın, yeni hislerle tanışırsınız, ve bu hislerin hoşunuza gitmesi, bunca zamandır ne yaptığınızı sorgulamanıza neden olur. En azından bana olan buydu. Anlamını bilmediğim, yabancı, ancak kulağa güzel gelen Fransızca bir kelime gibiydi bana verdiği his.

Benden yavaşça uzaklaşırken, kendimi daha fazlasını isterken buldum. Ona bu kadar yakın olmayı tecrübe etmişken, ondan uzak kalmaya katlanabilir miydim?

"Şimdi başka kimseyi öpemeyeceğim" Hala yüzlerimiz yakınken fısıldadı. Ona meraklı gözlerle baktım. Gülümsedi. Gözlerini benden ayırmıyordu.

"Çünkü senin tadını unuturum diye korkuyorum." 

Gözlerimin dolduğunu hissettim. Mutsuz değildim, öfkeli değildim, nedenini bilmiyordum. Neden ağlama isteğiyle dolup taştığımı bilmiyordum. Beni nasıl bu hale getirdiğini de bilmiyordum. 

Sanırım hiçbir şey bilmiyor olmanın acısından ağlıyordum.

İlk defa koca çenesini kapatmayı başardı, konuşmadan, yargılamadan kollarını etrafıma sardı. Sanki neden ağladığımı biliyormuş gibi bir hali vardı, ben bile bilmezken. Ama içimden bir ses, bazen onun, beni benden daha iyi tanıdığını söylüyordu.

İçimdeki bu sesin yanılıyor olması için dua ediyordum.

O alnıma nazik bir öpücük bırakırken, yüzümü onun boynuna yasladım. Daha fazla umursamaz tavırlarımın arkasında kalacak gücü kendimde bulamıyordum. Bir yerde okumuş olduğum bir söz geldi aklıma. 

"Güçsüz olduğundan değil de, çok uzun süredir güçlü durduğundan ağlıyorsun."

Zırhımı düşürdüm.

"Böyle şeyler yapmamalısın.." Sesim titrek bir şekilde çıktı.

"Ne demek böyle şeyler?" Ezra beni kollarının arasında sıkıca tutarken sordu.

"Böyle şeyler işte." Açıklayamazdım, ancak açıklayamamış olmam, en büyük açıklamaydı. 

Yanağımı öptü. Sanki dudaklarıyla, yanağıma ismini yazıyorcasına.

"Filme devam etmek istiyor musun?" Hafifçe gülerek sordu.

"Uyumak istiyorum."

-----

Uyandığımda yanımda değildi. Tek bir ses bile yoktu. Nerede olduğumu anlamam uzun sürmedi, yabancı bir yatak, yabancı bir oda. Tanıdık bir koku. Evet, tıpkı okyanus gibi, hafif tuzlu, hafif yazı andırdan bir koku. Nerede olduğumu hatırladım. Beyaz çarşaflardan kurtuldum ve dün gece onunla geç saate kadar oturduğumuz odaya, salona ilerledim.

Orada, üzerindeki büyük tişörtü ve dağınık saçlarıyla, sanat yaratıyordu. Önündeki büyük tuvale odaklanmış, nazik elleri ile tuttuğu fırçayla tuval üzerinde bıraktığı darbeler ile mutlu gözüküyordu. Hemen yanındaki beyaz masanın üzerinde, içmeyi unuttuğundan emin olduğum bir kahve duruyordu.

"Günaydın." Mırıldandım ve yanına doğru yürüdüm. Belki de kollarımı onun beline dolamalı ve hep yapılan bu klişe davranış ile onu mutlu etmeliydim. Kendimi böyle bir şey düşündüğüm için suçlayarak bir sap gibi orada dikilme kararı aldım.

"Hala çok erken." Saate bakarak henüz sabahın yedisi olduğunu keşfettim. Derin bir iç çektim.

"Gece erkenden uyuduğumuz için. Bundan sen sorumlusun." Bana döndü ve kocaman bir gülümseme ile beni karşıladı. Sol yanağına, gümüş renkli boya bulaşmıştı. Onu bu konuda bilgilendirmek için bir UFO görmüşçesine onun suratına bakarak işaret parmağımla yanağını gösterdim. 

"Ne? Ne var?" Hafif bir panikle sordu.

"Yüzünde boya var." Eğlendiğimi belli eden bir sesle konuştum. Bir süre yanağını şiddetle ovdu, ancak boyanın bulunduğu yeri bile ovalamıyordu. Bunu ona söylemek yerine, uğraşmasını seyrettim ve kendimce gülümsedim.

Tam bir aptal.

"Çıkmıyor." Kendi kendine şikayet etti.

"Çıkıyor, sadece sen beceriksizsin." Uzanıp yüzündeki boyayı sildim.

"Dün beceriksiz birisini öpen sendin." Beni sinir etmek için konuştu, sırıtıyordu.

"Beni sen öptün. Fiziksel olarak insan dövme kapasitesine sahip olmayan zavallı bir çocuğu öptüğün için suçlu hissediyor olmalısın." 

Kısa bir sessizlikten sonra ikimiz de kahkaha attık.

"Senin bu yanını seviyorum." 

"Ben böyle bir yanım olduğunu daha yeni öğrenirken, sen ne ara sevdin? Çok hızlısın." Gülümsedim.

"Seninle ilgili olan şeyleri sevmek zor değil."

Düşünüyorum da, sabahlarımı böyle harcamak, çok da kötü bir fikir değil.

-----

Ezra | ⚣Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin