Cumartesiydi, hava ne çok soğuktu, ne de çok sıcak. Gökyüzünde, onlarca farklı şeye benzetebileceğim bulut olsa da, yağmurun hemen başlayacağını sanmıyordum. Havada o koku vardı, hani şu herkesin sevdiği yağmur kokusu, tatlı, taze ve sarhoş edici. Ancak damarlarımda çok daha etkili bir uyuşturucu gezerken, yağmurun sarhoş edici kokusu beni etkilemiyordu. Ailem, beni sokak köşelerinde, kim olduğu belli olmayan, isimsiz yüzler tarafından satılan uyuşturucular hakkında uyarmıştı. Ancak onlar beni hiç kahverengi gözleri ve ismimi söyleyişiyle bağımlılık yapan insanlar hakkında uyarmamışlardı, sanırım bu hayatın getirdiği bir sürprizdi. Kim olduğunuz ve nasıl düşündüğünüzün pek bir önemi olmazdı, eğer olacağı varsa oluyordu işte.
Böyle insanlar hayatınıza girdiği gibi, aynı hızla ve çok daha yok edici duygularla hayatınızdan çıkabilirlerdi. Ne zaman olacağını bilememek, gözleriniz kapalıyken büyük ve karışık bir labirenti turlamaktan farksızdı. Ve aslında hayatınızdan çıkan o insanın ne kadar değerli olduğunu, tam olarak o zaman anlayabilirdiniz. Elbette ki ilk başta hayatınızda olmaları, onların, sizin için belli bir değeri olduğunu gösterir, ama üzücü bir gerçeği ortaya koymak gerekirse, bir şeyi kaybetmeden ne kadar değerli olduğunu hiçbir zaman tam olarak bilemezsiniz.
İşte bu yüzdendir ya, bazı insanlar gittiğinde bir sigara gibi yakarlar, bazıları ise bir orman yangını gibi. Bir zamanlar parmaklarını yanağınızda gezdiren insan, sizi bırakıp gittiğinde, yanağınızda o sigara yanığını, o boşluğu, o sinir bozucu duyguyu bırakır, ancak bir zamanlar ruhunuzu özgür kılıp tamamlayan insan, sizi bırakıp gittiğinde, ciğerleriniz bir orman gibi yanar, ve nefes almayı unutursunuz.
Ve eğer ki birisini, kendinizi sevdiğinizden çok sevecek olursanız, paniğe kapılmayın. Paniğe kapılmanız gereken tek zaman, kendinizden nefret ettiğinizden çok, onu sevdiğiniz zamandır.
"Burada ne yapıyorsun?" Sesi zihnimde dans etti. Bir zamanlar yağmurun eşliğinde bu sesi duyup, susmasını dilediğimi hatırladım.
"Düşünüyorum." Elimle yanıma oturmasını işaret ederek konuştum. Onun yanımda olduğunu bilmek, şimdiye kadar hissettiğim en garip hissi veriyordu bana. Gerginlik, biraz mutluluk, biraz da heyecan. Onun kolları arasında onlarca kez uyumuş olsam da, her yanıma oturduğunda hala sanki ilk kezmiş gibi heyecanlanıyordum.
"Bana hala Mrs. Brooks'u nereden tanıdığını söylemedin." Kıkırdadım. Mrs. Brooks ve Ezra korkunç bir şekilde benzer hatlı yüzlere sahiplerdi. Aynı şekilde burunları vardı ve birisinin gözleri diğerininkini anımsatıyordu. En büyük korkum, akraba olmalarıydı, ki büyük ihtimalle olay da oydu.
"Amy, kendisi babamın kız kardeşi olur." Ezra gülümsemesini yüzünden silmeden konuştu.
"Babam kız arkadaşıyla kalıyor çünkü iş yeri oraya çok daha yakın. Eve çok sık uğramasa da hiç gelmiyor değil. Ancak ilk taşındığında, Amy'yi yanıma bıraktı çünkü kendi başıma evi patlatmadan kahvaltı hazırlayabileceğimden emin değildi." Güldü.
"Evi patlattın mı peki?" Kaşlarımı kaldırarak sordum.
"Aslında gerçekten de mutfakta yangın çıkarttım. Ama kahvaltı hazırlarken olmadı, bu yüzden babamın söylediği şey geçerli değil." Ezra'nın yanakları gülmekten kırmızı rengine bulanmıştı. En sevdiği renk, yüzünde, pastanın üzerindeki vişne gibi duruyordu. Pastanın en güzel kısmı değildi, ancak orada durduğunda her şey göze çok daha iyi gözüküyordu.
Ufak bir sessizlik ardından gök gürültüsü kulaklarımızı doldurdu.
"Hava çok güzel." İkimiz de aynı anda konuştuk ve daha sonra birbirimize bakıp gülümsedik. Sanırım birisiyle yakın olmanın getirisi de buydu, onunla aynı anda aynı cümleleri kurmak, onların en sevdiği yemeği bilmek, ufak şeylerin seni mutlu etmeye başlaması...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ezra | ⚣
RomansaEzra ve Luke farklı dünyaların insanlarıydı. Birlikte mutlu olmak için yeni bir dünya yarattılar. ㅡ 2015