III

10.8K 672 223
                                    

Bir türlü bitmek bilmeyen gün, sonunda çıkış zilinin çalması ile sona erdi. Yorgun bir şekilde iç çektim ve herkesle birlikte koridora çıktım. Bir iki adım atmamın ardından birisi adımı seslendi ve arkamı dönüp baktığımda Ezra'nın elinde bir iki defterle bana koşmakta olduğunu gördüm.

"Yine ne var?" Mızmızlandım ve omuzlarımı düşürdüm. Ezra nefesini toparladıktan sonra bana nazik bir şekilde gülümsedi.

"Biyoloji notlarına ihtiyacın olduğunu düşündüm." Elindekileri bana uzattı. Bir şey söylemeden defteri ondan aldım ve arkamı dönerek yürümeye devam ettim. Teşekkür etme gereği duymadım çünkü defteri bana vermek onun kendi seçimiydi, ondan istediğim bir şey değil.

Ezra'yı kalabalıkta kaybettikten sonra, bana biyoloji defterinin yanında başka bir defter daha verdiğini gördüm. Yanlışlıkla bana vermiş olmalıydı. Bu defter, bugün üzerine 'LUKE KONUŞKAN İNSANLARI ÖLDÜRÜYOR' yazdığı küçük boy mavi defterdi. Çok bir şey düşünmeden eve doğru yürümeye başladım. Ancak içimden bir ses sürekli defterin içindekilere bir göz atmamı söylüyordu. Daha önce onu bu deftere bir şeyler karalarken görmüştüm. Neden durduk yere bu kadar merak ettiğimi bilmiyordum ama ağaçlardan birisinin altına oturup defteri karıştırmaya karar verdim.

"İnsanların, senin ne dediğini, ne yaptığını unuttuklarını öğrendim. Ama insanlar hiçbir zaman senin onları nasıl hissettirdiğini unutmazlar."

İlk sayfanın tamamını kaplayacak şekilde özenli bir el yazısıyla yazılmış olan bu iki cümleyi üst üste okudum. Ancak her ne kadar bunun doğru olmadığına inanmak istesem bile, doğruydu. Ezra'nın amacı unutulmamaktı. Ve o bunu insanlara bir şeyler hissettirerek yapıyordu. Ne olduğu önemli değildi. Ben onunla konuşmak durumunda kaldığımda kaçmak ve saklanmak istiyordum ya da onu sürekli mutlu görmek beni deli ediyordu ama bu hisleri unutmuyordum. Onları taşıyordum.

Sanırım Ezra gerçekten de sanat gibiydi. Ancak benim için kötü yapılmış bir sanat eserini andırıyordu. Aklına takılan o iğrenç şarkı gibi. Onu kafamdan atamıyordum ama kafamda kaldığı her saniye ondan daha büyük bir şiddetle nefret ediyordum.

"Seni ne kadar çok kollarımın arasında tutup öpmek istediğimi bilmiyorsun."

Biraz daha okursam kusacaktım, bu yüzden defteri kapatıp hiçbir şey görmemiş gibi davranmaya karar verdim. Ben, kendim asla aşık olmamıştım. Aşkın sadece kör edici bir şey olduğuna inanıyordum. Herhangi bir getirisi yoktu, sadece bir duyguydu ne de olsa, bir kimyasal bozukluk. Aşk sadece bir duyguysa onu diğer duygularla eşit tutabilme hakkım olmalıydı. Ben de aşkı bir çok duyguyla eşit tuttum. Öfke, hayal kırıklığı, mutsuzluk, acı, panik gibi... Aşık olmak acı getirecekti, ve aşk sadece acıya ulaşmanın daha uzun ve karışık yoluydu. Ben kısa yolu seçerek aşkı eledim ve direk olarak acıya ulaşmanın yollarını buldum.

Kendimi yok edişime aşık oldum.

Kendi kişisel cehennemimde yaşadığıma inandım, ancak kendi kişisel cehennemimi terk etmek istemiyordum. Burada gökyüzü bazen ağlardı ve bazen gülümserdi ancak ben onu her türlü kabullenmiştim, o da beni. Ağaçlar en büyük arkadaşlarımdı ve bundan şikayetçi değildim.

Yüksek bir fren sesinin bütün sokakta yankılandığını duydum. O kadar yakından gelmişti ki kulaklarımı sağır edecekti neredeyse. Kafamı çevirip soluma baktığımda şüphelerimi doğrulayan arabayı gördüm. Az kalsın bana çarpacaktı. Az önce az kalsın ölüyordum.

Nedense çok bir şey ifade etmemişti. Yani, bütün hayatım boyunca yaşamaya bakış açımı bu şekilde açıkladım. Kendimi öldürmeye filan kalkışmazdım ancak bir şey beni öldürecek olsa onu durdurmak benim için çok önemli olmazdı.

Ezra | ⚣Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin