Karmaşa her yerde. Gülüşmelerin, adımların, insanların olduğu yerde. Ürpertiyor kulağındaki boğukluk kanatları kırılmış kuzgunu. Kaçacak delik arıyor da bulamıyor etrafta. Elleri buzdan bir parça, yüreği kutbun ta kendisi.
Tereyağı buram buram. Sinema salonunun ucuz koltuklarına kadar sinmiş mısır kokusu bu. Elleri tuza bulanmış insanların kahkahaları yankılanıyor sinemanın girişine. Kuzgun oradaki mısır satıcısı.
Daha babasının ölümünün yası bitmeden tanımadığı ve nefret ettiği bir yerin kollarında şimdi. Yüzü zaten gülmezken şimdilerde o küçücük tebessümü bile göstermiyor kimseye Kuzgun. Canı yanıyor. Canı öyle yanıyor ki ağzını bile açamıyor.
Ağzından gitmiyor buruk tat. Gırtlağından göğüs tablasına uzanan manevi bir ağırlık var. Zayıf ama güçlü bedenine yük oluyor git gide.
Yaşadıkları şehrin tek sinemesına geliyor insanlar akın akın. En çok da gençler. Onların gülen yüzlerine bakmak ızdırap Kuzgun'a. Ama bakmakta kendine acımadan. Bakmak zorunda da.
Bu sırada farkında olmadığı bir grup genç yaklaşıyor başında bulunduğu tezgaha. Hepsini tanıyor da hiç tanışmamış olmayı diliyor kendince.
"Ah, o Kuzgun değil mi? (gülüşmeler sürüyor) geldiği hâle bakın." Son kısmı fısıldamış olsalar da gayet iyi işitiyordu Kuzgun'un kulakları. Sinirle dişlerini sıktı, elleri daha da soğudu. Kafasını kaldırmadan başka bir müşterinin isteğini yerine getirdi. Fakat durmadı fısıltılar.
"Pişt, sen. Bir baksana buraya." Bordo halıların üzerinde bulunan ince uzun ayaklarına baktıktan sonra ifade barınmayan gözlerini grubu süzerken kullandı. Pişkin ifadeleri içine ateş düşürürken bir zamanlar çok sevdiği yeşil gözleri es geçmişti.
"(Gülüşmeler) Sahiden oymuş. Baksanıza nasıl da sefalet içinde ." Küçümseyici tavırların ona bir tesiri olmadı çünkü sefil olamaycak kadar yüksek olduğunu, hatta bu cümleleri kuranların ondan daha da sefil olduğunu biiliyordu.
"Gitsek mi artık, uğraşmaya değmez." Gürültüleri bastırmayan bir cümleydi Serçe'ninki. Bu yalnızca Kuzgun'un ona bakmasını sağlamıştı. Ama baksın istemiyordu ki. Onun acı içinde oluşunu görmek istemiyordu. Onu incitmiş olduğunu kabul etmek...
"Senin yerin burasıydı zaten. Ne ailene ne de bizim gibilerin arasına yakışmıyorsun." Bir erkeğin sesiydi ama kimdi bilmiyordu bile Kuzgun. O, ismini dahi bilmediği insanların acımayan sözlerini ve zulümlerini nasıl kazanmayı başardığı hakkında fikri yoktu. Siyah gözleri Serçe'nin üzerindeydi.
Karşısında ezilip büzülen, gözlerini ikide bir kaçıran, dışına kapladığı imajın sarsıldığı bir durumdaydı Serçe.
"Arkadaşlar hadi, film başlayack şimdi." Boşa kürek çekmeleri yeniden dağılmıştı bir toz bulutu gibi Kuzgun ile dalga geçenlerin üstüne.
Kuzgun ona yalnızca baktı. İntikamını almadı, nefretini kusmadı. Bu kim diye baktı, tanıyamadığı kişiye öylece baktı. En çok da bu üzdü Serçe'yi. İfadesiz gözleri ondan nefret eden gözlere yeğlerdi. Hak etmişti nefreti ama neden öyle bakmıyordu kara gözler kendisine?
Elinde olsa, gözlerine bakabiliyor olsa, yakalarına yapışır; neden diye sorardı. Neden bana kızmıyorsun, neden gözlerinde hayal kırıklığı yok, neden, neden, neden? Seni yeterince üzmedim mi?
Ama sadece arkadaşlarını mısır almadan gitmeye ikna etme çabasına girişebildi. Bunda da başarısız olmuştu zaten. Kalpten mahrum arkadaşları birkaç kutu mısır ve içemeyecekleri kadar içecek söylemişlerdi. Hiç utanmadan, hiç arlanma olmadan.
Kuzgun yerine getirdi istekleri sesini çıkarmadan, onlara aldırmadan. Sadece defolup gitmelerini istiyordu. Güçlü durmak zor hale geliyordu yavaş yavaş onun için.
Tanrıya bir dilek diledi o anda, o anda iki kutu içeçek yeri boyladı. Bile isteye, kasıtlı. Tek dileği de böylece mahvolmuş, yapış yapış bir hal alarak yere yapışmıştı. Aynı dökülen buzlu içecek gibi.
"Ops!" Güldüler. Onlar için dünya oyundan itibaretti. İnsanları alaya alırlar, kimseyi umursamaz, dalga geçerlerdi. Bu kadar kolaydı onlar için insanları zor duruma sokmak. Adeta zevk alıyorlardı sınıf farkından, ezmekten, zorbalık yapmaktan.
Serçe daha da dibe battığını hissetti o an. Yanındakilerin böyle yaptığına inanamıyor gibi bir hâli vardı. Ama o da onlardan biri değil miydi? Öyleydi, hem de sonuna kadar öyleydi. Dudakları özür dileyecek gibi kıpırdadı, ardından bir sözcük çıkmasına izin vermeden çenesini kapattıp kahkahalarla oradan uzaklaşan arkadaşlarının peşine takıldı.
Kuzgun titredi. Elleri hissedemeyeceği kadar soğumuştu artık. Yine de sövmedi gidişata. Yapabildiği tek şey malzeme dolabından paspası alıp dökülen sıvıyı hüzünlü havasıyla silmek oldu.
●
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13
Kısa HikayeBir kitap var. Bu kitabın sayfalarında ise ince ince işlenmiş vücut parçaları. Ben senin güzel ciltli, parlak sayfalı kitabını kaybettim; sen de benim buruşuk, eski püskü kitabımdan tek bir sayfa çaldın. Kalbimin olduğu sayfa, kitabınla beraber kayb...