Kilisenin pazar ayinini anımsatan zil, antika eşyalarla dolu evde çınlıyor. Ardından ahşap merdivenlerin gıcırtısıyla Kuzgun yetişiyor kapıya. Adımları hızlı, kimin geldiğini biliyor gibi emin. Kapınınn her seferinde başka bir hayatı gösteren küçük deliğine de bakmıyor bu yüzden. Hemen kapıya davranıyor.
Sanki birkaç ay öncesi gibi, Serçe'nin onu ilk öptüğü gün gibi bir esinti oluşuyor. Fakat şaşıyor, kollarına adeta atlayan kızın bedenine sarıyor kollarını tutuklukla. Ne oluyor demeye kalmadan Serçe'nin dolu çeşmeleri açılıyor, açılıyor ve kapının ağzında Kuzgun'a sarılı şekilde yaş döküyor.
"Özür dilerim." Ne için diye sormuyor Kuzgun ona. Bedenine yapışmış vücuda tutunup içeri sokuyor, ardından da içerideki kanepeye oturtuyor güç bela Serçe'yi. Oturma odası karanlıktan bir parça. Kahve fon perdelerin yere değen kumaşından bir gıdım ışık bile süzülmüyor içeriye doğru.
Yerlerde genişcene ipek Türk halıları, konsollarda altınından gümüşüne, gümüşünden seramiğine kadar antik eşya serili. Ölmüş bir ruh gibi, bir asilzadenin çürümüş hayaleti gibi odanın hissiyatı. Sanki şimdi ayaklanacak da kalın yüzüklü ellerini kızların boğazına saracak.
Serçe ağlamakta hiç susmadan. Zayıflamış kolları Kuzgun'un etrafında sarılı, yüzü esmerin koynunda ve bacakları da kanepede toplu. Yaşları damlıyor sürekli, Kuzgun'un boynundan göğsüne kadar uzanıyor duru bir sıvı. Hıçkırıkları kalbinde hissediyor Kuzgun. Sanki oraya tıkılı kalmış gibi Kuzgun'un kalbine çarpıyor her seferinde.
"Sana yaşattığım her şey için özür dilerim Kuzgun. Seni o gün oraya kapattığım için, sana kötü davrandığım için ve senin yanında olmadığım için." Bunun için niye ağlıyordu Serçe bu kadar şiddetle? Artık her şey geçmişteydi ve bu konu hakkında bir daha konuşmak dahi istemiyordu. Kesik kesik sözcükleri bunun için dökülmesin istiyordu.
"Ben de seni her şey için affettim Serçe, hatırlarsan." İtiraz etmek için onun kokusunu en net aldığı yerden, Kuzgun'un boynundan, ayrılıp koca gözlerinin etrafını boyamış kırmızılıkla esmer olana baktı. Biçimli burnu bile kıpkırmızı olmuştu ağlamaktan, salya dökmekten.
"Sana o çiçekleri kendim getirmeyi çok istedim Kuzgun. Ama ben tam bir yüzsüzüm, korkağım! Senin o merhametli gözlerine bakmaya yüzüm yoktu. Beni affet." Sarsılarak hıçkırıklara boğulduğunda cümlenin sonunda, Kuzgun onun sırtını sıvazlayıp kafasını yeniden göğsüne çekti. Sivri çenesini de yumuşacık sarı saçların üzerine kondurdu.
Hiç küsmemişti Kuzgun ona, kin gütmemişti hiç, kalbinin bir köşesine bile yapıştırmamıştı ona kötü bir duygu. Sadece kırgındı. O da uzun bir süre önce, bir gece yarısı sonlanmıştı. Yağmur şakır şakır yağıyorken kapısının önüne bir demet çiçek, yeni şiirlerini not alması için kalın ciltli bir defterle kaliteli bir dolma kalem almıştı. Defterin ilk sayfasında Kuzgun'un Serçe'ye ilk okuduğu şiir yazılıydı inci gibi. O yazıyı gördükten sonra nasıl kırgıın kalabilirdi ki Kuzgun? Kanlı pamuklarla dolu olan kalbi izin vermezdi bir kere.
"Seni affettim Serçe'm. Ama ne olur sil yaşlarını. Her akan damlan içime kan olarak damlıyor." O sesini çıkarmazken Kuzgun onun saç tellerine ve aşağıda kalan şakaklarına öpücükler koyuyordu. Her şey geçmişte kalmıştı, geriye getiremediğimiz anların acılarını ağlayarak ya da sızlanarak hissedemiyordunuz. Bu yüzden gereksizdi Kuzgun için. Sadece anın kıymeti vardı, Serçe'nin dudaklarının tadı, saçlarından yükselen zarif parmün kıymeti vardı. Geçmiş için yapabileceği bir şey yoktu.
"Buz dolabında çilekli limonata var, sen seversin. Bir dilim de pasta var. Hadi gel birlikte yiyelim, olur mu?" Serçe'nin yarı yarıya sakinleşmesini hisseder gibi sıralamıştı kelimeleri. Hâlâ on üç yaşında gibiydi Serçe. Ve Kuzgun akıl almaz bir şekilde bu kıza âşıktı.
Yumulmuş gözleri, kızarmış çehresi, buruşmuş yüz hatlarıyla kafasını salladı geri çekilirken. Güzel miydi değil miydi, umursamıyordu. Sevgilisinin yanında gereksiz endişelere gerek yoktu. Zira içini baştan sona kemiren başka bir konu vardı. Ama Kuzgun'a göre çok güzeldi. Öyle güzeldi ki... Tanrıça Afrodit onun yanında halt etsindi.
Gözlerini sildi, yalpalayarak ve biraz da esmere tutunarak ayağa kaktı. Kendi evinden daha çok tanıdığı bu evde dolaştı biraz. Her şey eskisi gibiydi. Ne yıllar geçmiş gibi ne de o kadar olay yaşanmamış gibi.
Hâlâ daha boğazında oturan bir hıçkırık ve ağlama dalgasını saklıyordu Serçe. Bir kelime dahi konuşmadı. Kuzgun, Serçe'yi kucağına oturtup bir bebek gibi beslediğinde ya da eskiden izledikleri çizgi filmi sarılarak izlediklerinde de Serçe'ye sessizlik hakimdi.
•
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13
Short StoryBir kitap var. Bu kitabın sayfalarında ise ince ince işlenmiş vücut parçaları. Ben senin güzel ciltli, parlak sayfalı kitabını kaybettim; sen de benim buruşuk, eski püskü kitabımdan tek bir sayfa çaldın. Kalbimin olduğu sayfa, kitabınla beraber kayb...