Gözleri titriyor yavaşça. Islanan kaldırımlara, suyu taşıran rögarlara, şeffaf naylondan yağmur giysisi olan kadının aksak adımlarına, gözlerinin önünden süzülüp birbirine karışan damlalara değiyor gözleri; katran gibi yayılıyor içine hüzün.
Yüzü cama yakın. Pencere önü koltukta bağdaş kurmuş, yüzündeki donuklukla canlılık arasında kaybolmuş ifadesiyle dışarıya bakıyor. Gök gürlüyor, yüzü buruşmuş bir kağıt gibi kat kat oluyor.
Kendine bol gelen uzun kollusunu çekiştiriyor, gözlerini sonsuzluğu arar gibi kapatıyor. O sırada tekrardan gök gürlüyor. Bulutlar birbirlerine aç iki sevgili gibi. Elleri ellerinde, bedenleri bedenlerinde. Sevişiyorlar usul usul. Şimşekler de onların minik yavruları.
Dipleri koyu yeşille kirlenmiş göz bebeklerini tekrardan dünyaya açıyor, uyuşuk parmaklarının karıncalarıyla küçük bir kalp bırakıyor buğulanmış cama. Odanın aralık camından bir melodi gibi süzülüyor yağmurun kokusu, sesi.
Bir araba gelip geçiyor yoldan. Tekerleri suyu sıçratıyor, kulaklarda iz bırakıyor gittiğinde. Aynı anda parmakları biçimsiz kupayla sarılı esmer giriyor odanın içine. Onun üstünde siyah bir askılı var. Yazın ortasında bardaktan boşanırcasına yağsa da yağmur, hâlâ sıcaktı. Serçe'yi garipsese de ıslanmış bir ördek yavrusu gibi gelen kıza istediği kıyafetlerden vermişti.
Onu ilk defa daracık giysiler yerine iki beden büyük kıyafetlerle - ve kendi kıyafetleriyle tabii ki- görmek... Kalbini sıcacık yapacak kadar güzeldi Kuzgun için. Yağmur damlalarının pıtpıtlarına bir de onun, tavan arasını ahşaplarını gıcırdatan adımları ekleniyor. Serçe'nin yanına yaklaşıyor ve cama çizdiği şekillere gülüyor, yazın gittiği çömlek kursundan kalan bardağı uzatıyor.
"Papatya çayı." Serçe'nin yüzüne güzel bir gülümseme çalınıyor huzursuzluğuna rağmen. Yağmurlu günleri sevmiyor sarışın. Gözlerini korkuyla açmak istemiyor çünkü. Dünyada yeterince korkunç şey varken bir tanesine daha katlanamıyor minik serçe.
Kuzgun yatağının yanındaki pencereye gidiyor, kafasını açık pencereden yarım şekilde çıkartıyor ve temiz havanın yanaklarına çarpıp yüzünü ferahlatan etkisini hissediyor. Sonra kafasını geri çekiyor ve pencereyi de ardından kapatıyor.
"Unutmamışsın." Mırıldanışını bükük bir gülümseme alıverince Kuzgun da onun yanına oturdu.
"Evde papatya olmadığı için bas bas bağırdığın günleri unutmam mümkün mü?" Yıllar boyu sırf senin için aldırdığım papatyaları unutmam dememişti, bir gün özür dilemek için kapımı çalarsın da karşılıklı içeriz diye almayı sürdürdüm demedi. Sustu ve kıkırdadı. Gömdü kırıcı sırları içine.
"Tam bir baş belasıydım."
"Öyleydin." diye ekledi Kuzgun. Baş belası demek az kalırdı hatta.
"Ben bir şey getirdim." Yerdeki bez çantasınının içinden yaprakları sararmış, yağmurdan dolayı ıslanmış bir kitabı çıkardı. Kapağındaki harfleri gözünüzü zorlayınca seçebiliyordunuz. Jane Austen'dan Gurur ve Önyargı'ydı bu eziyet çekmiş kitap.
"Nereden çıktı şimdi o?" Kuzgun'un sorusunu omuz silkmesi karşıladı.
"Kitap okumaktan hala nefret ettiğini biliyorum ve sana birinin okuması hoşuna gidiyor."
"Seneler önceydi o." Seneler önce olmasına rağmen Serçe'nin koynuna sokulup onun dilinden bir bir düşen kelimeleri izlemeyi severdi Kuzgun.
Serçe bozulmadı, uzandığı yerde elindeki kupaya dikkat ederek kaykıldı; açılan ufak alana Kuzgun'un sığışmasını bekledi. Yağmur damlaları camın damarları gibi yollar çizerken kendilerine; Kuzgun'un gövdesi, çıplak bacakları Serçe'ye yaslanıyor. Bir bütün gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13
Short StoryBir kitap var. Bu kitabın sayfalarında ise ince ince işlenmiş vücut parçaları. Ben senin güzel ciltli, parlak sayfalı kitabını kaybettim; sen de benim buruşuk, eski püskü kitabımdan tek bir sayfa çaldın. Kalbimin olduğu sayfa, kitabınla beraber kayb...