Dalgalar lüle lüle salınıyor kumlarda. Ninni gibi, bir bebeği uyutur gibi sakin; içine çekici sesi. Kanatlarında tek şerit siyahlıklar bulunan aksi martılar havada çarşaf misali süzülüyor, yabancı dil sözcüklerle kuşatılmış mısırcının eski arabasından mısır çalmaya uğraşıyorlardı.
Havada ağır bir tuz -denizin tuzu- tereyağı, buzlu dondurma, biraz da salatalık kokusu vardı. Bir de yağlı güneş kremi. Sahile yaraşır bir koku bu. Kumlar alışmıştır belki bu kokuya ama Kuzgun'un burnu yabancılık çekiyor.
Senelerdir denizin dibinde yaşasa da alışamıyor, yumurtadan haz etmediği kadar bu kokudan da haz etmiyordu. Burnunun direğinin sızlamasını sevmiyordu, mayo giymeyi sevmiyordu, kalabalığı sevmiyordu, yalnız olmadıkça denize girmeyi sevmiyordu.
Sevmiyordu sevmemesine de Serçe'ydi karşısındaki. Bacağından sürükleye sürükleye bile getirebilirdi Kuzgun'u buraya. Getirmişti de.
Kargalar kahvaltısını yapmadan, Kuzgun'un kirpiklerinde birikmiş çapaklar akmadan kapıya dayanıvermişti Serçe. Yanında da koca bir plaj çantası. İçinde ne yok ki o çantanın? Eşyaları yeniden adlandıracak olsalar o çantaya "Bahane Savar" derdi Kuzgun.
Solucanları andıran uzun ve ince ayak parmakları ıslak, bir o kadar da sıcak kumlarda keşifte. Yanındaki kız harıl harıl güneş kremini kendine boca etmekte ama kendisi bir hazine bulacakmış hissinde.
"Sırtıma sürer misin?" Serçe'nin elinden kaptığı şişeyi gelişi güzel Serçe'nin sırtına sıkıyor, elinin yapış yapış olacağını bile bile elini onun pürüzsüz sırtında gezindiriyor Kuzgun. İnce mayo askılarının altına kadar yedirdiği kremden sonra ise memnuniyet dolu bir gülümseme kazanıyor Serçe'nin dudaklarından.
"Bu mayoyu yeni aldım, yakışmış mı?" oturduğu plaj havlusunun üstünde gerinerek hafiften kavrulmuş tenindeki mavi mayolarını gösteriyor. Kuzgun için o kadar güzel ki o manzara, bir anda unutuyor denize zorla geldiklerini. Kuzgun seviyor Serçe'yi seyretmeyi. Hiçbir art niyet karıştırmadan, saf duygularla izliyor sarışın kızı.
"Yakışmış." Bir sessizlik oluyor, Serçe birkaç metre ötedeki gençlere bakıyor güneş gözlüklerinin ardından. Onlarla konuşmak için yanıp tutuşuyor, belli. Kuzgun ise ofluyor derince. Hep böyle yapıyor Serçe. Onu orada bırakıp başka insanlarla tanışmaya gidiyor.
"Bugün benim yanımdan ayrılmayacaksın yoksa bir daha seninle hiçbir yere gelmem Serçe!"
"Aman sen de! Tamam gitmeyeceğim söz de bakmak da mı yasak a canım?" Çerçeveleri çiçek şeklinde olan gözlüklerini burnunun ucuna kadar indirip muzırca göz kırptı. En güzel yılları değil miydi sonuçta? Gezip tozmak, oğlanlarla eğlenmek ve dahası onun hakkı değil miydi?
"Of Serçe!" Omzuna uzanan örülü saçlarını sinirle arkaya savurdu, ortalarında açılı olan salatalıktan hatırt diye bir ısırık aldı.
Bu sırada Serçe'nin gözleri fellik fellik oğlanların üzerinde dolaşıyordu. Neredendi bu oğlanlar, yeniler miydi yoksa sadece bir yaz için mi buradaydılar? Üç aydan bile kısa sürecek bir âşk hikâyesi nasıl geliyordu kulağa? Serçe için mükemmel bir fikirdi de...
Sol yanağı şişik bir şekilde ağzındaki koca bir dilim salatalığı öğütmeye çalışan Kuzgun sertçe Serçe'yi dürtüyor kendine gelmesi için. Neden gözleri sürekli erkeklerde olmak zorundaydı ki?
"Auv!" koluna yediği nahoş darbe yüzünü ekşitmiş, kolunu sinirle ovmaya sevk etmişti Serçe'yi.
"Niye vuruyorsun ya! Madem oğlanlarla konuşmak yok, senin de burada oturma iznin yok. Kalk, denize gireceğiz." Her rengi üstünde barındıran mutlu şemsiyenin gölgesi yüzünü kapatmayı kesince daha da huysuzlanıyor Kuzgun, ama sızlanmasını çok da sürdürmeden ayağa kalkıyor. Kendine bol gelen tişörtü bedeninden sıyırıyor ve her yerinin açıkta olmasının getirdiği rahatsızlıkla yerinde kıvranıyor, ezilip büzülüyor bir yengeç gibi.
Serçe de yerinden kalkıyor o anda. Ama onda öz güvensizliğin ö'sünü bile bulamazdınız. Öyle bir kalkar, öyle bir yürür ve öyle bir konuşurdu ki titretirdi sizi bir hareketiyle, bir cümlesiyle.
Kurdeleli parmak arsı terliklerini çıkartıp Kuzgun'u itekliyor denizin kollarına doğru, güneşe doğru.
"Madem buraya geldik, denizin tadını çıkaralım değil mi?" Ten farkı geniş olan çıplak kolları birbiriyle oynaşırken dalgaların bir yükselip bir alçaldığı denizin başucuna varmışlardı. Islak kumların kendine has hissiyle kuşatılmışken ayaklarına deniz suyu çarpıyordu usul usul. Bir ileriliyor, bir geri çekiliyordu nazlı bir kız gibi.
Kuzgun ıslanan ayaklarına bakadursun Serçe denizin soğuk suyuna koşmaya başlamıştı bile. Zıplaya zıplaya, su soğuk diye çığlık ata ata tüm vücudunu sokmaktaydı. Pembe camlı gözlükleri güneşle parlarken yüzünde eğlenen bir ifade vardı.
Esmer kız da güldü hafifçe. Sarışın olanın her hareketi komikti. Yoksa sadece ona mı komik geliyordu, bilmiyordu. Şöyle çocukça davranıyor, gönlünü eğlendiriyor, burnunu kırıştırarak gülüyordu ya... Yıldızlardan bile güzeldi o.
"Su fevkalade! Hadi çabuk ol da gir suya." Uzaktan gelen kahkahası ve sesinden sonra elleriyle suyu kaldırıp her yere su sıçratarak şebeklik yapmaya başlamıştı. Birazdan da su savaşı yapacaklarına adı gibi emindi Kuzgun fakat önce suya girmesi gerekiyordu.
Bir adım attı, durdu. Sonra bir adım ve bir adım daha atıp baldırlarına gelen suda durdu. Soğuktu su, içini sarıyordu soğuğuyla. Bir adım daha atınca Serçe'nin kendisine doğru yüzdüğünü fark etti.
"Hala ne duruyorsun, gelsene suya." Serçe artık yüzmeyi bırakıp ayakları kuma değdiğinden ötürü yürüyordu. Altın saçlarından göğüslerine, dümdüz göbeğinde yol alıyordu denizin çocukları. Kuzgun istemsizce onlara daldı. Serçe'nin alnından kıvrımlı burnuna, oradan da dudaklarına cayır cayır akan bir damladaydı mesela gözü. O damlanın yerinde hayal etti kendini Kuzgun masumca.
Ama fazla oyalanmamalıydı oralarda. Ki oyalanmıştı da. Bunun da cezası, Serçe'nin Kuzgun'u hızla suya çekmesiyle ödenecekti. Beklemediği bir anda gelen hareket, refleksle boğuk bir çığlığa dönüştü. Popo üstü düştüğü denizde korkuyla çırpınmaya başlamıştı. Hâlbuki ayağa kalksa, şöyle bir silkelense her şey düzelecekti. Bir de Serçe vardı tabii. Kıkır kıkır gülüyordu Kuzgun'a.
Kuzgun biraz su yutmuş biraz da burnu tuzdan dolayı yanmış, ayağa kalktı öfkeyle. Yüzü kızınca aynı annesi gibi buruşuyor. Ve onun en nefret ettiği cümle "Annene benziyorsun." olmuştur hep. Ama gerçekler böyle. Ne kadar istemese de, ne kadar reddetse de annesine benziyordu o.
Serçe gülerken Kuzgun'du bu sefer savaşı başlatan. Ellerini savurup koca bir su kütlesini onun yüzüne atıp kaçıyor, Serçe'nin bağrışına gülüyor. Ve ardından son bulması zor olacak bir su savaşına girişip yorulana kadar durmuyorlar. Yorulunca ne yapacakları da belli gerçi. Bitik bir halde kıyıya çıkacaklar, kurulanacaklar, üşüye üşüye salatalık kemirecekler ve Serçe tekrardan denize girmek için tutturacaktı.
Böylece gün batımının turunculuklarını iliklerine hissederlerken eve döneceklerdi.
●
Canım salatalık çekti...
Ve sonlara doğru dikkatim dağıldı, pek yazamadım. Çabuk yayımlamak istediğim için de aceleye geldi biraz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13
Short StoryBir kitap var. Bu kitabın sayfalarında ise ince ince işlenmiş vücut parçaları. Ben senin güzel ciltli, parlak sayfalı kitabını kaybettim; sen de benim buruşuk, eski püskü kitabımdan tek bir sayfa çaldın. Kalbimin olduğu sayfa, kitabınla beraber kayb...