Yeni bir şehir, yeni bir ev, yeni şaşaalı çevre.
Küçük sosyetenin kalabalık olmayan topluluğuna yeni bir güneş doğuyordu bugün. Şehri bilmez, deneyimsiz, kendini saygın lanse etmiş bir aileydi yeni katılan üyeler.
Çocukların yatma saatini çoktan geçmiş olduğu zamanlar, büyük; bir o kadar da modern evin içinde seviyeli sohbetler dönüyordu.
Bu işlere yeni ermekte olan aklı güçlükle anlıyordu konuşulanları, annesinin zorla ördüğü siyah saçlarıyla oynuyordu küçük kız sürekli.
Buraya hiç gelmek istememişti. Hatta bozulmanın eşiğinde olan bir yoğurt gibi ekşiyen suratından annesinin de kendisini burada istemediğini biliyordu, fakat bu çok övdükleri kişilerin kendi yaşlarında olan bir kızları olması durumun seyrini değiştiriyordu.Yine zorla giydiği kısa elbiseyi çekiştirdiği sırada oradan oraya gülücükler saçan kızı izliyordu esmer küçük kız. Buraya geldiklerinden beri yanına gidip onunla tanışmak için fırsat kollasa da sarı saçları altından bir taç gibi örülmüş kızın gözleri bir an ona değmiyordu. Diğer çocuklarla çoktan kaynaşmış, kırk yıldır konuşuyorlarmış gibi muhabbeti ilerleten kızı kıskanmıştı biraz da.
Hiçbir zaman diğer çocuklarla anlaşamamış, dışanmış ve sayısız kavga etmişti ve o kız geldiği an herkesin gönlünü çalmıştı! Bunu haksızlık bellemişti bir sopa kadar cılız olan kız.
Salonun arka kısmında bir cam vardı, tavandan yere kadar uzanırdı. Onu örtmekte olan katman katman güpür perdeler vardı, pencerenin hemen önünde de üstünde çiziği dahi olmayan pasparlak bir piyano.
Markasının sarı yağlı boyayla özenle yazıldığı piyanonun hemen önünde, kristal kadehlerin içinde ışıl ve oturaklı bir kırmızı şarabı yudumlayan ev sahipleri bulunuyordu. Kim bilir kaç yıl yıllandırmakla geçmişti ömrü o şarabın?
Kadının ince dudaklarında canlanan kardinal rengi ruju vardı. Dudaklarının arasındaki çatlaklara dolmuş olsa da güzelliğinden bir şey kaybettirmemişti ona. Omuzlarına tatlı bir meltem gibi yayılan soğan rengi saçlarıydı ama en dikkat çeken. Yeşil gözlerini bile gölgeliyordu saçları.
Kocasının yaptığı edepsiz şakaya yaramazca kıkırdarken gözüne eğleniyor gibi görünen kızı ilişti. Elinde tek bir kağıt, nota kağıdı. Piyano çalmak istiyor belli. İzin istiyor yüzüyle orantısız büyüklükye yeşil gözleri.
"Çalıp da müziğin renkleriyle süsleyeyim mi şu geceyi anneceğim?" Kelimelerle arası iyi, kimi nasıl ikna edeceğini kavramış daha bu yaşında. Bir de gözlerini cadının fal taşı gibi açtı mı...
"Sadece tek bir parça." Kadının tek kaşı yukarı doğru gerildiğinde kız çocuğu kafasınını emme basma tulumba gibi sallayıp kendine hatırlatmak üzere fısıldadı kuruca. "Sadece tek bir parça."
Ayaklarına geçirdiği, binbir zorlukla aldırdığı, babetten hallice küt topuk pabuçlarla, daha sabahleyin özenle parlatılmış zeminde gezindi; piyano taburesinin tam arkasında, oturmaya hazır, dikilip nota kağıtlarını tutturdu. Sonrasında ise tül tül dökülen eteklerini toplayarak yerine oturdu.
Bu siyah, kollarında uçuş uçuş kumaşlar bulunan elbiseyi giymek istemek kendisine pahalıya patlamıştı çünkü bunu söylediği an kendisini lüks bir ağdacıda bulmuştu daha yeni ergeniğe adım atan kız. Biraz can yakıcı bir tecrübeydi tabii onun için lakin bu güzellik adına yapacağı ilk ve en küçük adımdı belki güzel kız çocuğu için.
Yalancı bir öksürük tutturdu, solonun kendisine çekilen dikkati ve ona bakan çehreleri şöyle bir memnuniyetle süzüp bir bebeğin narin başını okşama inceliğinde beyaz tuşa değirdi parmaklarını. Sonra bir tuş daha ve bir tuş daha derken gecenin sessizliğine uygun loş bir tını çıktı ortaya. Chopin'in değerli parçalarındandı çaldığı Noktürnler'den biri.
Yüzünde seyiren yanlış yapma korkusu herkes tarafından fark edilmese de kendisini fazlaca kastığı kaskatı kesilmiş omuzlarından belli oluyordu. Yanlış yapmak en büyük korkusuydu, bu kadar insanının önünde küçük düşemezdi. Halbuki karşısında, gösteriş için çok iyi anladıklarını belirttikleri klasik müzikten bir nane anlamayan içi boş insanlar vardı.
Nadirdi dolu olanlar ama esmer olan hiç karşılaşmamıştı onlardan bir tanesiyle.
Bu sırada gözleri dolup taşmakta olan biri vardı bu piyanonun sesine. İlk parmaklarını vurduğunda sarışın olan, bir kuytu köşede onu izleyen esmer kızın tüyleri şaha kalkmıştı ve o andan itibaren de düzelmemişti. Hissettiği değişik duygular gözlerini sulandırdığındaysa içinde bir kıvılcım çaktı.
Kesinlikle o kızla tanışmalıydı! Senelerdir gözlerinin dolduğunu hissetmemişken buna sebebiyet veren insanla tanışmalıydı.
Piyanodan çıkan melodilerin iyice yavaşladığı ve bitmeye ramak kaldığı sırada iyice alevlenmişti içi. Sanki kalbi ağzında atıyordu!
Güzelliği daha şimdiden kendisini ışıldatan kız yerinden sakince kalkarak küçük bir selam verdi, dudaklarına en güzelinden bir gülümseme taktı ve iltifatlara cevap vermeden insanların arasına karıştı. Ama kaybetmedi izini sıska olan, onun ardından koşar adım ilerledi. Şansına şu an kimse de yoktu yanında. İşte tam da vaktiydi.
Düzenli saçlarını belki dağılmıştır düşüncesiyle çekidüzen vermeye girişti, kısalığından yakındığı elbiseyi çekiştirmeyi bıraktı ve birden onun yanında buldu kendini.
"Merhaba." Esmer olanın konuşmasına bile gerek kalmadan sarışın yapmıştı atağı. Bu işleri kolaylaştırırdı elbet.
"Merhaba." Sessizlik.
"Çaldığın şey çok güzeldi, şarkı da söyleyebiliyor musun?" Kafasını salladı heyecanla. İnsanlara yeteneklerinden bahsetmeyi severdi sarışın.
"Şarkı söylemeyi çok severim, ayrıca çok da güzel söylerim." Konuştukça ve gülümsedikçe aralanan dudaklarından görüldüğü kadarıyla inci gibi sıralanmıştı dişleri. Kendisininkiler ayrık ve çıkıktı. Biraz ezilmiş hissetti kendini.
"Kaç yaşındasın."
"On üç. On üç yaşındayım." Bugün ilk defa, gülümsemeye çekinen dudaklarında samimi bir gülümseme peydah oldu esmer olanın.
"Ben de on üç yaşındayım! Ve bizim evin numarası da 13. Ne tesadüf değil mi?" Yaşıt olmalarına neredeyse zil takıp oynayacak kızın tepkisine kıkırdadı sarışın olan.
"Biliyor musun, aynı bir serçeye benziyorsun." Sarışın olanın yüzünde bir yadırgama çizgisi belirmedi, aksine kimsenin muhatap olmadığı bu cin çalığının söylediği ilgisini çekmişti.
"Neden, neden Serçe?" Çünkü çok güzelsin diyemedi, gururu el vermedi birkaç kelimeyi söylemeye.
"Sesinin çok güzel olduğuna eminim hem seçeler çok güzeldir." Gülümsedi ikisi de. Sarışın olanın böylesine bir yakıştırma alması çok ama çok hoşuna gitmişti.
"Sen de bir kargaya benziyorsun ama ben sana Kuzgun diyeceğim." Kargalar için pek iyi şeyler duymamıştı ama onlar da güzel hayvanlardı değil mi? Her hayvan güzeldi, kargalar niye çirkin olsundu ki? Öyleydi değil mi?
"Tanıştığımıza memnun oldum Serçe." Elini uzattı el sıkışmak için, düzgünce tanıştığı ilk arkadaşı kutlamak için.
"Ben de memnun oldum Kuzgun." Elleri birleştiğinde bu iki kızın hayatları tamamıyla kesişti, kader ağları yavaş yavaş örüldü. Kalpleri kendi isimlerinde değil Serçe ve Kuzgun'da attı.
Aklı karışanlar illa olacaktır. Bölüme başlamadan önce bölüm adına bakın. Kuzgun'lar onların şu anki zamanını, Serçe'ler geçmiş dönemi anlatıyor.
Chopin'in homoseksüel olduğunu biliyor muydunuz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13
Short StoryBir kitap var. Bu kitabın sayfalarında ise ince ince işlenmiş vücut parçaları. Ben senin güzel ciltli, parlak sayfalı kitabını kaybettim; sen de benim buruşuk, eski püskü kitabımdan tek bir sayfa çaldın. Kalbimin olduğu sayfa, kitabınla beraber kayb...