Kalabalık. Her yerde bir insan sureti. Canlı duran ama cansız surat ifadeleri. Yerde çaresizce bir oradan bir oraya tekmelenen zavallı pembe balonlar Kuzgun'un yolunu tıkıyordu. O anda ona çarpan çocukların rüzgarıyla düşeyazarken kurtuldu düşmekten, tutundu duvara.
Ailesinin işe yaramaz itibarı toparlanmaya başladığında tekrardan davet edilmişlerdi bir partiye sosyete tarafından. Kuzgun mutlu değildi. Hiçbir zaman bu davetlerde kendini görememiş, tam anlamıyla oraya ait olduğunu hissedememişti. Halbuki Serçe öyle miydi? Doğuştan parlaktı. Her zaman insanların içinde olmayı, iltifat almayı çok severdi.
Birbirlerine o kadar zıt karakter nasıl bu kadar yılı geçirmişlerdi, bilmiyorlardı.
Ama küçücük kızların bile suratından kusan makyajlara, en pahalı elbisesine şarap dökülen kadınlara, her toplatıda yapılan finansal üstünlüğünü kanıtlama çabalarına ve daha nicesine alışmıştı Kuzgun'un kulakları. Bağışıklık kazanmıştı bir nevi. Yüzündeki yerli bıkmışlık bunu çok net belli ediyordu.
Siyah bocukları andıran küçük gözleri bu manzarayı çekememeye başladığında bulunduğu yiyecek stantlarını terk etti. Ayağındaki kalın taban spor ayakkabılarıyla yere sertçe bastı, bastı, döne döne göklere tırmanan merdivenlerden sıçraya sıçraya yukarı kata çıktı. Artık annesi ne giyeceğine karışma hakkına sahip değildi. Kadın kaşlarını buruşturup her zaman söylense de dinleyen kimdi? Yine de kot pantalonla gelirdi şık bir davete.
Merdivenin başucunda durdu, üç kola ayrılan koridorlara kafası karışmışçasına bakındı öylece. Bu evde bir sürü tuvalet olacağını biliyordu ama hangisi bir tanesiydi? En son buraya geleli sekiz seneyi aşıyordu, beynine güvenmiyordu ki hatırlasın.
Koridorlarda asılı yağlı boya tablolarının çarpık suratları onun içini anbean karartırken en soldaki koridorun sağındaki ilk kapıya saptı. Bu kapının kulbu daha bir yuvarlaktı, tokmak gibiydi. O yüzden seçmişti bu kapıyı. İçine doğma meselesine girmeye bile kalkamazdı çünkü böyle bir şeyin olabileceğine inanmıyordu Kuzgun. Hiç inanmamıştı da.
İçerisi gerçekten de tuvaletti. İçerinin tuvalet olduğuna mı yoksa banyonun yumuşak halısının dibinde oturan Serçe'ye mi şaşırsın bilemedi bir an. Dudakları aralıklı dişlerini sızdırmaya başlarken az önceki büyük adımların yerini minik, bebek adımları almıştı. Bu değişimin bir sebebi de iri gözlerde görülen davetkârlıktı.
İçerisi duvardaki metal raflara sıra sıra dizilmiş leylak kokulu banyo havlularıyla tatlı bir kokuya ulaşmıştı. İnceden gelen çamaşır suyunun acı kokusu da kendini hissettiriyordu sinsice.
Aralarındaki sessizliği bölmeden adımlarını sıraladı, sırtını antrasit banyo dolabına yaslayıp çok da uzakta kalmayarak Serçe'nin yanına oturdu Kuzgun. Odadaki tek ışık kaynağı aynanın üzerinden uzanan sarı led lambaydı, hoş bir loşluğa boyuyordu odayı.
"Neden buradasın?" İfade barındırmamakta usta gözler, doğrudan doğruya kendini süzen yeşillere baktı sorusunun yanıtını oradan alabileceğini umut ederek.
"Çok bunaldım, sıkıldım, nefessiz kaldığımı hissettim sanki Kuzgun." Bacaklarına bol, boru paça kot pantolonunu topuklu ayakkabılarına kadar çekiştirdi konuşurken. Huzursuzdu. Altın saçlarına özenle tutturulmuş çıtçıtlı tokalarla oyması, parmak eklemlerindeki gümüş yüzükleri bir bir yerinde döndürmesi, arada beyaz boynuna sarılan zarif eller... Huzursuzluk timsaliydi resmen. Bunu söylemek için yıllarını onun yanında çürütmeye ihtiyaç duymazdı herhangi biri.
"Hayret, partilerimizin gözde kızına ne oldu birden? Senin şu an gülücükler saça saça insanları büyülemen gerekiyor."
"İçimden gelmiyor." Silik bir gülüş taktı, yaslandığı duvardan ayrılmadan elini çaprazında oturan kızın dizine bıraktı. Kuzgun bundan rahatsız olmadı, umrunda da olmadığı söylenemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13
Short StoryBir kitap var. Bu kitabın sayfalarında ise ince ince işlenmiş vücut parçaları. Ben senin güzel ciltli, parlak sayfalı kitabını kaybettim; sen de benim buruşuk, eski püskü kitabımdan tek bir sayfa çaldın. Kalbimin olduğu sayfa, kitabınla beraber kayb...