kesinlikle medya ile okuyunuz.
-woyoung-
kırık dökük ve küfürler yazılı bahçe kapılarının gölgelerinin sokak aralarına düştüğü evlerin arasından geçip dış kapısı aralık bahçeye adım attım. ışıklar sönük olduğu gibi, çıt yoktu. bunu fırsata çevirerek üzerimdeki cekete iyice sarınarak derin bir nefes aldım ve eve girdim. her şey yerli yerinde, evin kokusu bile yemek pişmediğini gösterir derecede aynıydı. alışıla gelmiş düzenin arasından sıyrılıp parmak uçlarımda odama girdim ve kapıyı çıkacak gıcırtıdan ötürü kapatmadan dolabıma yöneldim. sırtımdaki çantayı indirip içine birkaç tshirt sıkıştırdıktan sonra gözlerim ne kadar pantolon arıyor olsa da bulamamamla birlikte iki hafta önce eve son geldiğimde çıkarıp kapının kenarındaki kirli sepetine attığım pantolonlara kaydı.
dişlerimi birbirine bastırıp durağan havayı içime çektikten sonra sinirle kirli sepetine yönelip içinde ne kadar pantolonum varsa çıkarıp çantama sıkıştırdım. yemek pişmeyen evde çamaşırlarımın alınıp yıkanmasını beklemem büyük saçmalıktı zaten. almam gereken başka bir şey var mı diye hızlıca beyin fırtınasına girişmişken takıldı gözüme dil ve konuşma becerisi kitaplarım. üst üste dizdiğim kitaplara göz atıp 'özgül öğrenme güçlüğü' yazanı aldım ve çantama sıkıştırdım. alacak bir şeyim kalmadığında tekrar parmak uçlarımda odadan çıktım ve hiçbir ışık huzmesi olmayan eve kısaca göz attım.
tahmin ettiğim gibi koridorun başında durmuş kolları göğsünde kör karanlık içinde beni izliyordu.
"sen eve hiç uğramayınca bir oğlum olduğunu bile unutmuşum."
hızlı çarpan kalbim ellerimi de uyuştururken sanki ciğerlerim sıkışıyormuş gibi kesik kesik nefes alıp verdim. içimde yükselen ateşi somutlaştırıp üstüne püskürtmek istiyordum fakat evden hızlıca çıkmazsam zorla toparladığım parçalarımı ellerimle dağıtan yine ben olacaktım.
"gelme bir daha"
yemin ederim cevap vermeyecektim, ipleri elimde olmayan tek insan o olduğu için görmezden gelecek defolup gidecek ve arsızca gezinebileceği bir alan bırakacaktım ona. ama büyükbabamdan kalan eve gelmememi söylemesi dönüp suratına tüküresimi getirirken içimden ne kadar sabır dilenirsem dileneyim işe yaramıyordu.
"susup siktirip gideyim diyorum ama..."
"nefretini görmezden gelemiyorum"
"anne"
anne kelimesinin üzerinde duraksayıp vurgu yaptığımda önüne düşmüş birkaç saç telini gülerek kulağının arkasına yerleştirdi. yanıma doğru adımlarken süzme fırsatım oldu en son ne zaman incelediğimi hatırlamadığım bedenini. kilo almıştı, karanlık dahi olsa ışıldayan göz bebeklerinden keyfinin yerinde olduğunu anlayabiliyordum. tam önümde durdu ve çenemi kavrayıp yüzümü yüz hizasına getirdi.
"senin gibi bir psikopatla ben bir miyim? nefret mi yarıştırıyorsun aklınca?"
gözleri bacak arama kayarken yüzündeki tiksinen ifade de daha geniş alana yayıldı. ellerini usulca çekip sarhoş bir ifadeyle sallandı. içmişti, o zıkkımı içine çekmişti.
"hala jiletliyor musun kendini?"
önce ağzımı şaşkınlıkla araladım çünkü gerçekten beni düşündüğü için şaşırmıştım sonra dişlerimi alt dudağıma geçirerek genişçe gülümsedim, gülümsemem saniyeler içinde patlayan kahkahalara evrilince korkmuş gibi geri adım attı. göğsümden isteğimin dışında yükselen kahkahalarım iradem dışında teklerken göğüs kafesimin içinde, durdurmak için zahmete bile girmeden ayak uydurdum. nefessiz kalana kadar kahkaha atmıştım ellerimi dizlerime dayayarak, kontrolü ne zaman kaybetmek üzere olsam vücudum kontratağa geçiyor ve kendini bu şekilde korumaya alıyordu. nefesimin yetmediğini anladığımda elimi göğsüme çıkarıp birkaç yumruk savurdum kalbime doğru. sanki çalışmayan bir aleti vurarak çalıştırmaya çalışıyordum. burnum sızım sızım sızlasa da yüzüme yerleşen kırık gülümsemeyle doğruldum.
"seni de o piçi de öldüreceğim."
gözlerim dönerken ekseninde, ışıldayan gözbebekleri söndü ve duvara yaslandı, korkunç görünüyor olmalıydım ve bunu hissettirdiğim için de memnundum. birkaç saniyelik sabır savaşımız arkamı dönüp yerdeki çantamı sırtıma almamla sonlanmaya kalmadan açtı ağzını.
"dikkat et de önce young il seni öldürmesin"
savurduğu apaçık tehdit beni elleriyle psikopat yapan kadının gram da olsa utanmadığını göz önüne seriyor, sevgisiz kalbindeki kötülük gözlerimi yaşartıyordu. aklıma gelenle burnumu sildikten sonra boğazımı temizledim.
"ben choi san değilim, beni de dövdüremezsin"
ağzı bir karış açılırken aldığım galibiyetin cesaretiyle hızla evden çıktım. yüzüme çarpan rüzgar göğüslerimin arkasında sönmek üzere olan közü harladığında uyuşan bacaklarımdan yukarı doğru çıkan gıdıklanma hissi yeni bir kahkahanın geldiğinin kanıtıydı. öne doğru eğilip ıslak taş zemine düşen gözyaşımı es geçerek kahkaha attığımda ayaklarımın önüne düşen gölge nefesimi tutup doğrulmama neden oldu.
elim yumruk şeklini alırken choi young il yalnızca küçümser bir tavırla beni izliyor ve üniformasından dahi belli olan silahının üzerindeki elini öne doğru çıkararak erkeklik taslıyordu.
"naber wooyoung"
cevap vermeden koşar adım yanından geçerken eli kolumu kavradı ve bedenimi kendisine çevirdi. küçümser bakışı derinleşirken gözlerim yakasındaki isimliğini buldu.
'emniyet müdürü choi young il'
sızlayan parmaklarımı oraya geçirip yırtıp atmak istesem de derin derin nefesler aldım ve suratına yumruk atmak için kasılan ellerimi gevşetmeye çalıştım.
"anneni üzecek şeyler söylememişsindir inşallah"
kolumu kurtarıp suratına var gücümle tükürdüğümde ağzından hırlama gibi ses yükseldi, silahındaki eli harekete geçerken vazgeçip yeniden konumlandırdı elini belinde. fakat elini oradan çıkarıp beraberinde savurduğu silahın kabzası gözümün altına inmişti. gözümün altındaki ıslaklık hissi dudaklarıma dek inince gevşek bıraktığım elim kasıldı ve ne ara indirdiğimi anlayamadığım yumruğum burnunun üzerinde patladı. az önce kolumu tuttuğu eli inleyerek burnunu bulurken ben çoktan bahçe kapısını kırar gibi çarpıp çıkmıştım. soju içip sızanların arasından sokağı arşınlayıp caddeye indiğimde sırtımdaki çantayı bir hışımla yola savurdum ve kaldırımın kenarına çökerek cebimden çıkardığım peçeteyle gözümün altındaki hafif açık çizikten sızan kanı sildim.
san'ı emniyetin önünde babasına dövdüren o kadın benim annem, evine uğramayan san'ın babası choi young il ise annemin sevgilisiydi.
san bilmiyordu annemin kim olduğunu ama annemi benden çalan o adam yani young il'di, her gece annemle düzüşmek için eve geldiği için yıllarca sokakta yatmaya alışmış jung wooyoung'un, kendini jiletlemesinin ve san'ın hayatını kaydırmak istemesinin sebebi o adam yani choi young il'di.
.
medya wooyoung'u anlatıyor az çok anlamışsınızdır zaten.
evet arkadaşlar siz de öğrendiniz artık hhsdkdj san'ın babasının sevgilisi wooyoung'un annesi.
böyle bir kaderi onlara reva görmek istemezdim ama biliyorsunuz kan istiyorum kaos istiyorum birbirinin hayatını kaydıran karakterlere aşığım dhhdjd
bye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fag & flaster || woosan [texting]
Fanfictionsoluk, ölgün gözlerle bakınca ne boş ne anlamsızdır dünya. -slyvia plath [ texting ] [woosan] lgbt+ konulu bir kurgudur. küfür, argo, şiddet içerir.