60

1.1K 138 111
                                    

iki önemli duyuru; medyasız ( james arthur train wreck )okumuyoruz ve peçetelerimizi hazırlıyoruz. sevgiler vera

güzel bir rüya görmüştüm. 

babamla birlikte gittiğimiz parktaydık. içmemişti, elinde arkasına sakladığı iki külahla banka yanıma gelmiş ve limonlu iki top dondurma külahını elime bırakmıştı. vişneyi sevdiği için vişneli olanı birkaç ısırıkta bitirmiş ve benimkinden yalamak için hızla bir hamle yapmıştı. 

çocuk cilvesiyle uzaklaşmış ve salıncaklara doğru koşup yaşıtlarımın arasına karışırken cebindeki fotoğraf makinasını çıkartarak rastgele pozlar yakalamaya başlamıştı. her an birer fotoğraf karesi gibi geçerken etrafımdan birden hava karardı ve babamın oturduğu banklara içki içen bir grup sarhoş tünedi. 

elimin titreyişi yüzünden kalan tek top dondurma yere düşerken tanıdık hisle irkildim. 

bu anı yaşamıştım. 

babamın beni parkta unuttuğu gündü bugün. elimde ufalanıp yere düşen külah parçaları da dondurmanın eriyen kısmına karıştığında yere çöktüm. kafamı iki elimin arasında sıkıştırdım ve bu rüyadan uyanmak için tanrıya yalvardım. 

neden bitmiyordu? kim tahmin edebilirdi ki çok tanıdık olan bu hikayenin farklı sonlanacağını? babam sokağın köşesinde belirip adımı çağırdığında gün tekrar gündüze evrildi ve tüm anlar birer birer geri sardı. önce ufalanan külahım elime geri döndü ardından kayarak düşen limonlu dondurma topum. babam kamerasını cebine soktu ve eliyle beni çağırdı kollarını aralayarak. 

güzeldi, bu rüya uyanmak istemeyeceğim kadar güzel hisleri barındırıyordu ama yine de ayaklarım durduğum yere çivilenmiş gibi hareket etmedim ve dondurmayı bu sefer kendi isteğimle yere attım.

az önce bitmesini dilediğim rüyanın içindeydim o vakit neden babama doğru koşup rüyanın bitmemesini diliyordum içimden. adı üstünde birazdan bitecekti ve ben o soğuk küflü kazan dairesinde açlık ve susuzlukla yanarak uyanacaktım.

öyle de oldu.

gözümden bir damla yaş kurumuş cildimde çizik etkisi yaratarak dudaklarıma doğru akarken hareket etmek için kendimi zorlamadım ve kurumuş iki et parçasını yani dudaklarımı aralayarak gözyaşını ağzıma almaya çalıştım.

çok susamıştım. çok acıkmıştım. artık ne arkamdan sandalyeye bağlanmış kollarımı ne de sandalyenin bacaklarına bağlanmış bacaklarımı hissediyordum. günleri saymayı bırakmıştım. son gelişinin üzerinden epey vakit geçmişti. ya burada ölüme terketmişti beni ya da kayıp olduğum için annemin ihbarıyla soruşturma açılmıştı hakkında. yine de ikinci seçenek pek yakın gelmiyordu. emniyet en üst kanadıydı, müdürdü ve anlattığına göre yasa dışı işleri bile emniyette olmasına rağmen kolaylıkla yaptığına göre kimse oğlunu kaçırdığına inanmazdı. ondan kimse şüphelenmiyordu, hem de hiçkimse.

tepemdeki ışıklar sanki son düşünceme inat çaktığında uzun zamandır duymadığım postal sesleri kulağımı yırtarcasına doldurdu kazan dairesini. kafamı kaldırıp ona doğru bakacak gücü bırak gözlerimi aralayacak halim yoktu. 

beni bu dertten kurtarıp saçlarımı kavradığı gibi yüzümü yüzüne çıkardı ve boştaki elini yumruk yapıp yüzümün ortasına indirdi. kafam ileri geri sallanırken zaten git gelli olan bilincim iyice silindi. 

bir şeyler olmuştu. yoksa duygularını bu kadar belli ederek girmezdi içeri. yoksa yüzünde derin yaralar olmazdı. biri tarafından yüzünde hal kalmayana kadar benzetilmişti. öyle ki gözü morarıp şişmiş içindeki ak kırmızı örümcek ağıyla sarılmışçasına kanlanmıştı. elinde getirdiği su kovasını hızla dairenin ucundaki musluğa koşarak doldurdu ve saman çuvalı gibi sallanan kafamı havaya kaldırıp yüzüme serpti. sudan çıkmış balık gibi kıvranıp burnumdan ciğerime yürüyen su yüzünden kusarcasına öksürdüğümde hıncını almamış gibi bu seferde kovayı yere fırlatıp iki eliyle yapıştı boğazıma.

fag & flaster || woosan [texting]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin