medya; nightwish // while your lips are still red
merak ediyor mu?
özlüyor mu?
her köşede arıyor mu?
bu sorulardan başka bir şey düşünemiyordum günlerdir, sabah akşam kavramını yitirdiğim bu izbe yerde kelepçe yüzünden soyulmuş etimin sızısını bile duyamayacak hale gelmişken bir an olsun vazgeçmeden bu soruları soruyordum kendime. beni sevmiş miydi? annesine rağmen, babama rağmen beni sevmiş miydi yoksa babamın dediği gibi kalbi birini sevemeyecek kadar kin doluydu da benim gözlerim bunu göremeyecek kadar kör mü olmuştu?
o kadının oğlu olması ondan vazgeçmem için bir sebep değildi burdan çıktığımda ona bunu ödetecektim zaten asıl önemli olan hala ona gününü gösterecek kadar önemsediğim o adamın kalbini sorgulamadan gözlerine bakabilecek miydim? neden bana söylemedin diye sorduğumda "seni kaybetmekten korktum!" diyebilecek miydi yoksa sadece sinsice gülümseyip "ne kadar aptalsın, yine tuzağıma düştün" mü diyecekti?
bu kadar sistematik bir tuzak kuracak kadar nefret ediyor olabilir miydi benden? dudaklarıma dudaklarını dayarken acıdan kıvranıp ağlayacak kadar iyi oyun oynayabilir miydi? tüm okula malzeme olacağını bildiği halde beni sevdiği oyununu devam ettirir miydi? böylesine bir plan yapacak kadar kötülükle mi doluydu yoksa bunları düşündüğüm ve ona güvenmediğim için asıl omurgası çürümüş olan ben miydim?
karanlık kazan dairesi ardı ardına çakan tavan floresanlarıyla aydınlanırken sanki kafamın içine basıyormuşçusuna ses çıkaran postallarıyla görüş açıma babam girdi. elinde bir poşetle yanıma yaklaşıp önümde çöktü. kalorifer borusuna kelepçelediği bileğimi hafifçe oynattı ve soyulmaktan sulanan yaraya göz attıktan sonra sarhoşmuş gibi yukarıda tutamayıp duvara yasladığım kafamı kendine çevirdi.
"zıkkım ye."
bıraktığı yemekleri yemediğimi bilmesine rağmen her gün yemek getiriyordu yemem için. ölmemi istiyordu ama ben ölmeden evvel yapacakları vardı bu yüzdendi çabası.
kafamı bırakıp biraz uzaklaştıktan sonra küflü zemine poposunu dayadı ve bacaklarını birbirine dolayarak bağdaş kurdu. o anlarda güç bela yan bakışlarla onu izliyordum çünkü her hamlesi bana ondan haber verecekti. wooyoungu kastediyorum, ben onu bu kadar merak ederken eminim o da beni bulmak için babamın yakasına çoktan yapışmıştı.
"kafandan geçenleri tahmin edebiliyorum. o itin seni gerçekten sevip sevmediğini düşünüyorsun. dünyada kız kalmadı da hemcinsini sevecek kadar iğrençleştin ha? hep böyle miydin yoksa wooyoung mu aklını başından aldı merak etmiyor değilim."
neden bu kadar sakin konuşuyordu anlamamıştım. sanki dertleşmeye çalışıyor gibiydi ama yine de dilindeki o zehri damlatmadan edemiyordu. planını çözemesem de konuşacaktım onunla, konuşursam bir şeyler öğrenebilirdim.
"gözünün önündeki oğlunun bir kez olsun dönüp kızlara bakmadığını farkedemeyecek kadar kördün bana. görmek istediklerini iyi gördün ama."
yüz ifadesi değişmemişti. kuruyan boğazıma rağmen yavaş yavaş ağzımdan dökülen kelimeleri dinlemiş ve bayık bakan gözlerimden gözlerini çekmemişti.
"insan oğlunun damarlarında akan kanın bozuk olduğunu göremiyor tabi. wooyoungun kime oyun oynadığını sürekli merak etmiştim, sen olduğunu anlamam lazımdı sonuçta annesinin her şeyi olan adamı köpek gibi kıskanıyordu bunun acısını da senden çıkartıyordu işte."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fag & flaster || woosan [texting]
Fanfictionsoluk, ölgün gözlerle bakınca ne boş ne anlamsızdır dünya. -slyvia plath [ texting ] [woosan] lgbt+ konulu bir kurgudur. küfür, argo, şiddet içerir.