26

1.6K 216 176
                                    

kesinlikle medya ile okuyoruz değil mi? <3

-san-

labaratuvara girip kapıyı kapattığımda poposunu yasladığı lab tezgahından çekti ve bedenini bana çevirdi. yemin ederim solgundu bakışları, öyle görmek istediğim için öyle değildi. durgun bir gece denizinin üzerinde sallanan kayıkta bir başına oturan bir çocuk duruyordu göz bebeklerinde. kaşı patlamış dudağının kenarındaki yara iyileşmeye yüz tutmuş burnunun üzerindeki morluklar ise yeşillenmeye dönmüştü. bakışlarım iyi durumda olmadığını düşündüğüm kollarına kaydığında rahatsız bir ifadeyle lab dolabına gidip beher lam lamel ne buluyorsa karıştırmaya başladı.

o karıştıra dursun ben içimdeki sıkıntıyı gidermek için zilin çalmasına kalan dakikaları fırsat bilip sigara paketime uzandığımda yandan beni kesen gözleri gözlerime kilitlendi. dolabın önünden ayrıldı ve tam önümde durarak sigara paketimi alıp sertçe masaya koydu.

"birlikte ödev yapacaksak yanımda sigara içmeyeceksin"

göz kapaklarım sıkıntıyla düşüp bir gülümseme saldığımda, durmadı.

"sana katlanmak bile zorken sigaranı hiç çekemem"

arkasını dönerek tekrar dolabı karıştırmaya durduğunda yutkunmak için çaba sarfediyordum fakat zordu, katlanılamayacak olan neydi? ondan aldığım tüm darbelere rağmen ona üzülüyorken, canının yanması psikopat gibi canımı yakıyorken benden duyduğu bu rahatsızlığı kazanmak için ne yapmıştım?

"mesajlaşırken daha çekilirsin"

sızlayan gözlerimi saklamaya çalışır gibi yanımda getirdiğim defteri tezgahın üzerine açarak kendimi tezgahın üzerine bıraktım ve bağdaş kurdum. ne yüzüne karşı hakaret etmek istiyor ne canını yakmak ne de ondan intikam almak istiyordum. bu kadar salaklığı neye borçluydum tartışılırdı fakat vanilya kokusu bu kadar yakınımdayken onu öptüğüm günden beri uyuşan dudaklarıma hakim olamıyordum. onun ellerindeki ipler değil ama benim öpüşüm, beni kesinlikle boğmuştu. o günden sonra ona baktığımda bana hayatı zehir eden adamı değil de kırık bir aynanın arkasından yansımamı görür olmuştum sanki. yılbaşı akşamı evli evsizler olarak bir başımıza belki de hayattan umutsuz dileklerimizi sıralarken düşüncelerimizde, yan yanaydık. 

kucağına aldığı deney malzemelerini önüme bıraktı ve benim yaptığım gibi tezgaha çıkarak bana doğru bağdaş kurdu. elleri tüplerin üzerinde gezinirken farketmiştim elinin sırtındaki yeni atıldığı belli olan taze kesikleri. önceden bana vurduğunda dikkat mi etmiyordum yoksa kendini kesmeye yeni mi başlamıştı tartışılırdı lakin şimdi canımı sıktığı gerçeği apaçık ortadaydı.

"neden edebiyattan almadın projeyi?"

"dediğin gibi doluydu. yoksa seni yolda görsem yolumu değiştiririm biliyorsun ibne."

o kadar düz bir ifadeyle söylüyordu ki kızamıyordum bile. lafı bitip bakışları suratımı bulduğunda hiçbir şey demeden inceledim usulca suratını. bu yüze o kadar aşinaydım ki, bazı geceler rüyama girdiğinde yumruk atmak için can atar kan ter içinde sıçrardım uykudan. şimdi yüzüne baktığımda yalnızca içim titrerken öncesi o kadar bulanık geliyordu ki... 

"kim vurdu?"

gözlerini kaçırıp deney malzemelerini eline aldı ve ilk defa görüyormuş gibi evirip çevirdi elinde.

"baştan anlaşalım. ben yazı kısmını almam rapor tutma işi sende deney yapma işi bende."

derin bir nefes verip inip kalkan göğsüme eğdim kafamı, lafı değiştirmesi tahmin ettiğim şeydi. kimdim ki bana cevap verecekti? birbirimizin karşısında bu kadar uysal olmamız bile bir ilkken daha fazlasını istemeye ne hakkım vardı? ama benden habersiz hareket eden hormonlarıma bunu anlatmak çok zordu. esmerliğiyle dalga geçiyordum sürekli ama benim gözümden teninin, gözlerinin, dudaklarının ve kirli karakterinin arkasında saklanan temiz çocuğun ne kadar güzel olduğunu bilseydi şaşırırdı. üç senedir aramızdaki yüksek gerilim hattına rağmen bunları düşündüğümü bilseydi belki birbirimizi anlamaya başlardık. 

sevgisiz büyüyen ve şiddete maruz kalmış bir gençtim, bu yüzden hayatımdan vazgeçtiğim anda dudaklarını öpmenin pişmanlığını yok edecek gücüm dahi yoktu. zihnimi işgal edip dururken hakkında meraklanırken öylece beni kendine ördüğü duvardan içeri almasını bekliyordum.

oluşan sessizlik benim yan tarafımda duran sigara paketini kavramamla bozulurken, ağzından çıkan küfürü takmamıştım bile. sigara paketini tutan ellerimi kavrayan elleri alakadar ediyordu şuan beni. paketi çekip almaya çalışsa da izin vermedim. paket ikimizin elleri arasında dururken derince bir nefes aldı.

"sigara içilmeyecek dedik amına koduğumun delisi"  

hala elleri paketteyken bir elimle paketin kapağını açtım ve dalların arkasına iliştirdiğim yara bandını çıkarıp paketi bıraktım. paket elleri arasında kaldığında usulca önüne bıraktı ve ellerimi izlemeye devam etti. 

yara bandının kağıdını çıkarıp deney malzemeleri üzerinden eğilerek yüzümü yüzüne yaklaştırdım. yılbaşı gecesindeki gibi donup kalırken titreyerek yutkunması gözümden kaçmamıştı. elimdeki yara bandını yavaşça burnunun üzerindeki morlukları kapatacak şekilde yapıştırdığımda titreyenin yalnızca kendisi olmadığını o da farketmişti. terleyen ellerim ilk defa bu kadar nazikçe dokunuyordu yüzüne, ilk defa nefesim bu kadar yakından çarpıyordu yüzüne. yara bandının yapıştığından emin olup geri çekilecekken duraksadım ve kızaran gözlerini gözlerime hapsettim. daha iyi görüyordum ölgün denizlerde bir başına sallanan çocuğu, çok savunmasız bakıyordu yüzüme. benim yansımam vardı sanki o denizde. o bendim ben o, yalnızca kırık bir aynanın farklı taraflarıydık. duygularını ücra köşelere gizlemekle uğraşmadan kalbiyle bakıyordu yahut ben öyle yorumluyordum. sanki ilk defa görüyordu yüzümü, yeni bir beni keşfediyormuş gibi şaşkınlıkla bakıyordu.

geri çekileceğim esnada bembeyaz kesmiş yüzüne zıt kıpkırmızı kesilen gözleri durdurdu bedenimi. sağ gözünden ip gibi sızan yaş, çenesine ulaşmadan kestim yolunu istemsizce yüzüne uzanan sol elimle. sonrası sarhoş bir adamın hatırlayamadığı bulanık anılardan ibaret gibiydi. enseme attığı eli, alnına değen alnım, birkaç saniyelik duraksama ve dudaklarıma kapattığı dudakları...

uzun süre sonra yeniden nefes alıyormuş gibi öperken dudaklarımı anın büyüsüyle hiçbir şey düşünmeden boştaki elini kavradı elim. bacaklarında duran elinin kesikler attığı sırtını okşarken ben, o birleşmiş dudaklarımızın arasına bir damla yaş daha bıraktı. artık sızım sızım sızlayan gözlerimi tutmak istemediğimden bıraktım içimde ne varsa. ağzına doğru verdiğim kısık inlemem ensemdeki elini sıkılaştırırken dudaklarımıza değen yaşlar da birbirine karışıyordu.

yağmurlu bir akşamda öpüşmek gibiydi onun dudaklarına değmek, yahut açık ölgün bir denizde yelken açmak gibiydi. 

.

wooyoung o kadar acı çekiyor ki, artık acının kendisi olmuş acının çukurunda yuvarlanıyor anlatabiliyor muyum.... 

fag & flaster || woosan [texting]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin