mutlaka medyayla okuyun, hatta önce medyayı izleyin
-san-
sigara dumanım hafif esen rüzgara karışıp meltemi hissettiren yumuşak havada hiç olduğunda dalı ağzımdan çekip boştaki elimle hala uyuşuk halde olan dudaklarımı yokladım. sanki onun vanilya kokan parfümü gelip yerleşmişti bu iki et parçasına ve ne kadar silsem de kaybolmuyor dudaklarıma eş tüm vücudum uyuştukça uyuşuyordu.
dediği gibi fotoğrafları babama attıysa, şimdi ölümüme yürüyordum. peki neden geri dönüp boğazına çökemiyor öleceksem de wooyoung yüzünden ölmüyordum? babam tarafından öldürülmek daha kolay geliyordu belkide, fotoğrafları gördüyse sevgilisinin kollarından çıkıp eve gelmesi saati bulmazdı.
gözümden çeneme doğru süzülen yaşı rüzgar yüzüme vurup da soğuktan ürperdiğimde farkettim. sigarayı tekrar ağzıma yerleştirdikten sonra geçtiğim köprünün yürüyüş yolunun kenarında duraksayıp gözümü nehre diktim. nehrin etrafı insanlarla dolu, havaii fişek patlatanlar meşale salanlar ve birbirini öpüp müzik eşliğinde oynayanlarla ışıldıyordu şehir. neden bu eğlenceye katılabilirken o kütüphaneye sığınmıştı? benim kadar yıkık olduğunu zannetmiyordum yine de neden dudaklarına uzandığımda üzerimde kullanmayı sevdiği gücü harekete geçmemişti? neden dudaklarımı oynatıp dilimle dişlerini yokladığımda yakamda elleri sıkılaşmak yerine gevşemiş ve göz kapakları yorgun bir edayla aşağı düşmüştü? neden kaderimin sonunu kan akıtan bir mürekkeple yazarken, babam yerine ona kızamıyordum?
sigaramdan aldığım her nefes ciğerlerimi kavururken elimi yeniden telefonuma attım. babam aramamıştı, büyük ihtimalle sevgilisinin kollarında inliyor halde olduğundan telefona el atacak fırsatı dahi olmamıştı.
rahatlamamıştım aksine, yüzüme histerik bir gülüş yerleşirken bedenimi köprünün demirlerine yaslayıp saçlarımı nehre doğru sarkıttım. ışık yansımalarının arasında suratım bir karartıdan ibaretti. karanlık dünyaya iyi kamufle olmuştum ve bu ciğerime dolan dumanın da etkisiyle rahatlatıyordu beni.
hiçtim ben, peki neden ölümüme doğru yürürken önem kazanmışım hissi tüm bedenimi kucaklayıp arşa çıkarıyordu ruhumu? dudaklarımın uyuşukluğuna dalıp neden yeni yıl isteğimin onun dudakları olmasını istediğimi düşünüyorum da azraile verilen veda busesi miydi bu? neden yapmıştım? canını farklı şekilde de yakabilirdim lakin nehirdeki yansımamın karanlığına onu da bulamaktı niyetim değil mi? benim gibi bir adi onu öptüğünde kirli hissedecekti, bu hissi tatsın istemiştim değil mi?
kafamı geri çekip vücudumu dikleştirerek etrafa bakınıp olduğum yere yıktım vücudumu, evi olan bir evsizdim sanki.
kafam yorgunlukla demirde kaydığında kollarımı dizlerime sarıp alnımı dizlerime dayadım. biraz uyumak istiyordum, biraz uyuduktan sonra ölmek.
......
"babam gelmedi mi?"
annem yatakta bana sırtını dönmüş vaziyette yatarken ben içeri girmeden kapıdan bana cevap vermesi için mücadele ediyordum.
"annee!"
"on dakika önce geldi, üniformalarını giyip nöbete gitti"
ses tonundan tüm gece boyunca ağladığını çıkarabiliyordum fakat aciz kalıp hiçbir şey yapmaması çılgına çeviriyordu beni. ters giden hiçbir şey yokmuş babam fotoğrafları görmemiş gibi görünüyordu. ters giden tek şey freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı giden hayatımızdı tabi. başka terslik aramak saçma olurdu, biz baştan sona boka batmıştık.
"ağzını açıp bir şey diyemedin mi?"
"anneee"
yüzüme basan ateşle bağırdığımda ellerini kafasına çıkardı ve iyice yastığa gömüldü.
"gururun yok mu?"
"cevap ver anne"
"orospu olan sen değilsin neden suçluymuşsun gibi susuyorsun!"
öylesine parçalıyordum ki kendimi, sırtıma aşağı yürüyen şeyin ter olduğunu ellerimi başıma atıp ıslak saçlarımı çektiğimde farketmiştim. yine aynı his gelip oturmuştu boğazıma, ölmek üzere olan bir kuş gelip oturmuş çırpınıyordu adem elmamın üzerinde. bir gün öldürecektim o kuşu, ama o gün bugün değildi.
kendimi sıkmaktan ve ağlamayayım diye açıp kapattığım sızlayan gözlerimden dolayı doğru düzgün düşünemiyordum bile. annemin hıçkırıklar eşliğinde ağlayışı kulağıma ulaştığında her zaman yediğim boku yedim.
"özür dilerim"
yatağın üzerinde titreyeren bedeni, ağlamasının da şiddeti yüzünden kaybolmaya yüz tutmuş gibiydi. yastığa gömdüğü kafası çarşafa bastırdığı bacakları, yumruk yaptığı elleri...hepsi çektiği acıyı somutlaştırıyordu.
cevap gelmeyince taşımaktan usandığım bedenimi kapıdan çekip gece boyu bir köprü ayağında tükenmişlikle oturmamışım gibi bu sefer de eşiğin dibine bıraktım kendimi. biliyordum, bu eşiğin dibinde az da olsa kıpırdanmam ses yapmam öksürmem varlığımı ona hissettiriyordu ve ağzına götürmek üzere olduğu hapları her seferinde geri bırakmasına neden oluyordu.
çok yorgundum, hissizdim, kafam suyun altına gömülü bir şeyler hissetmeye çalışıp çırpınsam da her çırpınışımda suya gömülen bedenime engel olamıyordum. acının içine hapsolmuş acının kendisi olmuştum, felçli gibiydim.
kendimi, kalbime küf gibi sarılmış acıdan kurtaramayacak kadar felçli.
.
medya tam olarak san'ı yansıtıyor, benim bir şey dememe gerek kalmadan anlatmış aslında NF her şeyi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fag & flaster || woosan [texting]
Fiksi Penggemarsoluk, ölgün gözlerle bakınca ne boş ne anlamsızdır dünya. -slyvia plath [ texting ] [woosan] lgbt+ konulu bir kurgudur. küfür, argo, şiddet içerir.