65. Bölüm

88 8 2
                                    


Sonunda Fare Saati büyük zorluklarla geldiğinde, Zhi Yan’ın bedenine girdim ve kılıcımı aldım. Küçük Zinober Leke’nin dışarıda olanlara ilişkin uyarısına rağmen, Su Dağı’nın sihirli dizinini koruyan karanlık muhafızların saldırılarından çevik bir şekilde kaçtım. Fazla karmaşa olmadan, doğrudan dizine daldım.

(Fare Saati: 23:00 ve 01:00 arası)

Dizine girer girmez çevredeki manzara anında değişti. Yabani yeşil otlarla kaplı, ılık yaz başı manzarası gibi değildi artık. Bunun yerine tıpkı en kuzeydeki en karlı ülkeye varmak gibi, rüzgarın çok soğuk olduğu bir buz ve kar dünyasına dönüştü.

Ancak garip bir şekilde, Su Dağı’nın büyülü dizininin içine hiç girmememe rağmen buranın çok tanıdık olduğuna dair belirsiz bir his hissettim.

Mo Qing'i sihirli dizinde olabildiğince çabuk bulmaya çalıştım. Ancak havaya uçtuğumda ve Durugörü Sanatını kullandığımda kafam tamamen karıştı.

( Bunu nasıl çevireceğimi bilemedim kelimenin orjinali Clairvoyance; görülemeyen şeyleri görme, keskin göz, altıncı his olarak da çevriliyor.)

Bu sihirli dizindeki dünya… Hayal ettiğimden çok daha büyüktü!

Karlı alanlar ve buzlu göller birbiri ardına bitmek bilmeyen bir labirent oluşturmuşlardı. Burası sihirli bir dizin değildi, burası bambaşka bir dünyaydı ...

Fakat bekleyin…

Bu yükseklikten aşağıya baktığımda burası sanki… Diriliş hapı aldıktan sonra bedenime döndüğümde gördüğüm yer gibi görünüyordu. O olabilir mi... Qin Qian Xian bedenimi buraya mı saklamıştı? Su Dağı’nın sihirli dizininin içine mi?

Durum buysa yakında vücudumu geri alabilirim öyle değil mi?

Bunu düşündüğümde, kalbim heyecanla doldu. Mo Qing ve Shi Qi'yi daha erken bulmayı umarak her yere bakmak için Durugörüyü kullandım. Ancak dünya sınırsızdı, rastgele her yeri aradım ama sonuç alamadım. Kalbim hem endişeli hem de çaresizdi.

Aniden tüm bunların ortasında, Mo Qing’in beni bulmak için bilincini dağıttığı zamanki hislerini biraz anladım.

Demek bu tür bir endişeydi…

Dağların uzak bir yerinden ağır, boğuk bir "patlama" sesi geldi. Yönünü tespit edip hemen oraya uçtum. Hala havadayken, aşağıya hızlı bir bakışla siyah cüppeli Mo Qing'i gördüm.

Silueti buz ve kar tarlalarının içinde açıkça görülüyordu. Yavaş bir uçuş fikrinden biraz bile hoşlanmadım bu yüzden anında seyahat etmek için parmaklarımı salladım. Göz açıp kapayana kadar arkasına indim. Ona seslenmeden sessiz bir aceleyle ona arkadan sarılmak istedim.

"Öhöm..."

"Ah! Ona dokunamazsın! "

Aniden yan taraftan iki ses duydum. Mo Qing'e dokunmak üzereyken, çok zorlanarak ellerimi durdurdum ve yana baktım. Bir dakika önce havadayken hızlı bir bakışla sadece Mo Qing'i görmüştüm ve başka hiçbir şeye odaklanmamıştım. Ancak şimdi Shi Qi'yi ve yanında meditasyon yapan Qin Qian Xian'ı fark edebilmiştim.

Shi Qi’nin ten rengi hala aynı pembelikteydi ama Qin Qian Xian’ın cildi eskisinden çok daha solgundu, tıpkı bilgin Cao Ning gibi her an cennete yükselebilirmiş gibi görünüyordu.

"Dizinin gözünü bastırıyor, bu yüzden ona dokunamazsın."  Shi Qi bunu dediği gibi, yanıma gelip etrafımda bir daire çizdi. Beni inceliyordu.

Ancak onunla uğraşmak istemedim ve sadece Mo Qing'e döndüm. Kontrollü ifadesini ve sarkık gözlerini gördüm, sanki yarı uykuda ve yarı uyanıkmış gibiydi ama vücudunun her yerindeki kaslar çok gergindi. Wan Jun kılıcı yarım adım ötede önünde duruyordu, iki eli de baskı uyguluyordu, önünde durduğum halde bana bakmak için gözlerini bile oynatmadı. Tıpkı bir heykel gibiydi.

Ostentatious Zhao Yao Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin