Music

550 64 25
                                    


Müzik durduğunda derin derin nefes almaya başladım. Saçlarımdan bile terler akıyordu, kalbimin hızlı atışından dolayı çevremden gelen alkış ve ıslık seslerini yalnızca bir uğultu olarak duyuyordum. Yüzümdeki kocam gülümsemeyle kendimi sırtüstü yere bıraktım.

Nefesim yavaş yavaş normale dönerken insanlar çantalarını toparlamış dans odasından çıkmadan hemen önce iyi iş çıkardığımı söylüyorlardı. Ayağa kalktığımda odada kalan bir kaç kişiye teşekkür edip kenardaki çantama yöneldim. Telefonumu elime alıp saate baktım.

19.49. 

San'ın çoktan işten çıkmış olması gerekiyordu, annemden gelen bunca bildirimin sebebi şimdi daha net anlaşılıyordu. Annemden gelen mesajları panelden sildikten sonra San'ın  mesajlarına baktım, cevap vermek için parmaklarımı klavyede gezdirdiğim sırada telefonum ellerimin arasından çekildi. 

"Hiç yazmaya uğraşma, onun yerine bana sarılabilirsin." Şaşkınlıkla ellerimi San'ın boynuna sardım. "Ne zaman geldin?"

"Yaklaşık bir saattir buradayım." Dedi yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra cam kapının hemen arkasını gösterirken. "Seni izlerken zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlayamamışım. Bu konuda yalnız da değilim sanırım?" Derken biraz arkamda duvara yaslanmış bize bakan çocuğu işaret etti gözleriyle. 

Elimdeki çantayı alırken hala çocuğa bakıyordu. İşte şımarmanın tam sırası diye geçirdim aklımdan.

 "Bu yüz sayesinde oluyor tüm bunlar, tabii bu fiziğimi de es geçmemek lazım. Bunun gibi bir bel, bunun gibi bir kalça kimde görülmüş?" derken ilk önce beyaz tişörtümü biraz yukarı kaldırdım hemen sonra ise elimi belime koyup kalçamı biraz dışarı çıkardım.

Elini hemen belimde olan elimin üstüne koydu, hafifçe elime vurup söylendi çaresiz bir sinirle. "Arsız şeytan, etrafta bu kadar insan varken yapma şöyle şeyler!" Sinsice kıkırdadım.

"Kendine engel olamamaktan mı korkuyorsun yoksa?" 

"Evet kendime engel olamamaktan korkuyorum çünkü şu çocuk hala kalçana bakıyor." 

Elinin altında duran elimi elinin üstüne koyup elini kalçama koydum. "Şimdi senin kim olduğunu biliyor, değil mi? Artık endişelenme ve gidelim. Açlıktan ölüyorum." 

Elimi elinden ayırmadan odadan çıktım onu sürükleyerek. "Sen şeytanın ta kendisisin." Görmeyeceğini bilsem de göz kırptım. "Ne sandın?"

Arabaya vardığımızda kemerimi takıp konuştum, San da arabayı çalıştırmıştı. "Bugün Seonghwa'ya  gelip bazı kişisel eşyalarımı alacağım hakkında bir mesaj attım. Görüldü attı ben de bunu tamam olarak algıladım, duş aldıktan sonra eşyalarımı almaya gidelim mi?" 

"Olur." dedi sessizce ofladıktan hemen sonra. Bir süre arabada sessizlik olunca ona döndüm. "Bir sorun mu var, neden yüzün düşük?" 

"Ben sadece, neyse boş ver çok önemli bir şey değil." Dedi direksiyonda olan ellerini hareket ettirirken. "San, bir sorun varsa söyle, böyle yaptığında bir şey mi yaptım diye düşünmeye başlıyorum." Önüme dönerken sinirle soludum.

"Sadece onunla hala iletişimde olman beni rahatsız ediyor, üstelik hala boşanmadınız bile o günün üzerinden haftalar geçti." 

 Sesimi alçak tutmaya çalışmamın ne kadar işe yaradığından emin değildim parmaklarımı sakinleşmek için ovarken.  "Ne demek şimdi bu? Ne demeye çalışıyorsun anlamadım."  

"Diyorum ki boşanmaya niyetin yok mu?" Sesini yükseltmişti. Dalga geçer gibi güldüm. "Sen ciddi misin bunları sorarken yoksa dalga falan mı  geçiyorsun benimle?" 

Arabayı kenara çekerken söyledi. "Oldukça ciddiyim Wooyoung. Hala görüşüyor musunuz onunla o anlamda? Hala onu mu düşünüyorsun uyumadan önce?" 

Gözlerim sinirden dolarken kalbimin bir parça acıdığını hissettim. "Beni seni aldatmakla mı suçluyorsun? Hem de onunla!" 

Arabayı tamamen durdurduktan sonra bana döndü. Gözleri gözlerimi bulduğunda yüzündeki ani yumuşamayı ve gözündeki pişmanlığı gördüm. "Wooyoung, ben öyle-" 

Gözümden akan yaşı hızla yanağımdan silip önüme döndüm. "Arabayı çalıştırır mısın?" 

"Wooyoung, özür dilerim. Ağlam-" 

"Artık gidebilir miyiz?" dedim normalden kalın çıkan sesimle. Elini bacağımda duran elimin üzerine koydu, hızla elimi çektim. "Gidelim dedim." 

San havada kalan elini yavaşça anahtara koyup arabayı çalıştırdı. Ben de gözlerimden akan yaşları görmemesi için kafamı pencereye çevirdim. Tabii akan burnuma bir çarem yoktu o an. Ellerimle çenemin altında biriken damlaları sildim. Boğazımdaki düğüme rağmen yutkundum.

Arka koltuktaki üç çocukla mutlu yolculuklar buraya kadardı demek ki.

.

.

.

Buraya ne yazacağımı bilmiyorum... Bu yüzden hoşça kalın ve kendinize iyi bakın. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.

Görüşürüüüz sizi seviyoruum.

The Other Guy † WoosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin