but i miss you

597 70 59
                                    

"Bebeğim aşağıdayım ben." 

"Tamamdır Sannie, iniyoruz şimdi." 

Telefonu kapatıp annemin uzun ceketini ona uzattım. Ceketini omuzlarına atıp evden çıktı. Hızlı adımlarına yetişmeye çalışırken zorlanıyordum. Niyeydi şimdi bu trip? Annemi takmayıp asansörün tuşuna bastım. 

Sonunda San'ın arabasını gördüğümüzde hızlandım. Ön kapıyı açıp binmeye hazırlandım fakat annemin sahte öksürüğü geri adım atmamı sağladı. Annemin yanımdan geçip arabaya bindi, kapısını kapatıp arka koltuğa oturdum. Annem San'ın kibarlık olsun diye kurduğu cümlelere kısa kısa cevaplar verip geçiştiriyordu.

Gözlerimi devirirken dikiz aynasından bana bakan San'la göz göze geldik. Kaşlarını çattı, kısık sesle "Yapma böyle." dedi. Sonra göz kırpıp yola bakmaya devam etti. Açıkçası annem olmasaydı üstüne atlamıştım ama sadece nefesimi tutmakla yetindim.

Bir süre sonra araba durduğunda hepimiz indik arabadan. Annem önden önden giderken San'ın koluna girdim. "Bugün ayrı bir karizmatiksiniz beyefendi, haberiniz olsun diye söyledim."

"Bu mükemmelliğimi farklı bir zamanda da konuşabiliriz sanıyorum. Ne dersin?" Gözlerimi devirdim, arada bir annemin oğlu olmam gerekirdi.

"Ne demek canım, her zamanki güzelliğim. Her gün iltifat etmene gerek yok." Gülümseyip yanağımı çekiştirdi. Sonra koluna girmem için kolunu uzattı. Koluna girmediğimde bana dönüp şaşkınlıkla sordu.  

"Trip falan atmıyorsun değil  mi?" 

Tek kaşımı kaldırıp ona döndüm. "Hadi ama bebeğim." Yürümeye başladığımda arkamdan seslendi. "Oh harika, neyse ki bugün çok karizmatiğim değil mi?"  Ellerimi ceketimin ceplerine koyup kollarımı iki yana açtım. 

"Tamam sen kazandın." Hızla yanıma gelip kollarını ceketimin içinden belime sardı. Kafamı omzuna koydum. "Annem bekliyordur." dedim. "Ama seni özledim." dedi. Kafamı salladım sakince. "Hadi girelim." dedi benden ayrılırken. İçeri girdik.

 San elimi tutup beni arka bahçeye açılan kapıya sürükledi. Dışarı çıktığımızda elimle gözlerimi saklama gereği duydum, içerisi kapkaranlıktı dışarının aksine. Kapıdan dışarı çıktığımızda annemin biraz ileride oturduğunu gördüm. Onun yanıma yürüyüp yanına oturduk.

 Güneş gözlüğünü gözüne takmış bize bakıyordu. Ne bu hava şimdi? Evde kahveye batırdığın bisküvi kırılınca sinirden ağladığını ben biliyorum.

Annemin karşısına oturdum San da hemen yanıma oturdu. Garip bir şekilde annem sohbeti başlatan kişi oldu. 

"Tam olarak ne iş yapıyorsun?" San bana bakıp gülümsedi ve annemin sorularını cevaplamaya başladı.

.

.

.

Annemin tiz kahkahasıyla bakışlarımı tekrar anneme ve San'a yöneltim. İyi anlaşıyor gibiydiler, bu halleri cidden hoşuma gitmişti. "San hyung!!" 

Duyduğum ince sesle San'a döndüm. Sesin sahibi olan küçük çocuk kendini San'ın kollarına atmıştı bile. Yanakları pembe pembe, gözleri sulu suluydu. 

"Minik! Senin burada ne işin var? Ağladın mı bakayım sen? Gözlerin kıpkırmızı olmuş." 

San'ın sözleriyle ağladığı aklına gelmiş gibi tekrar ağlamak için dudaklarını büzüştürmüştü. Kollarımı küçük çocuğa uzatıp bana bakması için kafasını yukarı kaldırdım. "Gözlerin neden kırmızı? Yoksa sen bir süper kahraman mısın? Yoksa her şeyi kırmızı mı görüyorsun?" Çocuğun ilgisini çekebildiğimde konuşmaya devam ettim.

Masanın üzerinde duran su bardağından elime biraz su döktüm. "Benim bir arkadaşım vardı çok eskiden süper kahramandı, süper gücü neydi biliyor musun?" Kafasını hafifçe sağa sola salladı. "Ağlayan çocukların üzerine yağmur yağdırıyordu!" 

Elime döktüğüm suyu parmaklarımla küçük çocuğun kafasından aşağı doğru küçük damlalarla fışkırtım. (lütfenanlamışolun, lütfenanlamışolun) Küçük çocuk kıkırdamaya ve ellerini yüzüne siper etmeye başladığında minicik ellerini tutup öptüm.

"Şimdi söyle bakalım ufaklık, neden ağladın?" Hala ellerinde olan parmaklarımla oynamaya başladı. "Annemden saklanmaca oynarken birazcık kayboldum sandım." 

Küçük çocuk kelimeleri zar zor bir araya  getirmeye çalışırken San'a döndüm, çocuğu tanıyorsa ailesini de tanırdı.

San telefonunu çıkarıp rehberini karıştırmaya başladı. "Şimdi anneni arıyorum, endişelenme olur mu Seoho?" Kafasının salladı, San telefonla konuşurken küçük çocukla konuşuyordum. Kısa bir süre sonra yanımıza koşuştura koşuştura hafif kilolu bir kadın geldi. 

"Seoho! Nerelerdeydin ödüm koptu! Ya San hyung'un yerine başka biri olsaydı o zaman ne yapacaktık? Korkuttun beni, bir daha kaçma böyle." Annesine yapışmış çocuk sessiz sessiz ağlamaya devam etti. Kadın kısaca San'a teşekkür etti. Kadın masadan uzaklaştıktan sonra San'a döndüm.

"O kimdi hayatım?"

Annem bizim üzerimizde olan gözlerini yere indirdi. "Babamın hemşiresiydi, babam hastayken bizim evde kalmıştı bir süre." 

"Oğlu çok sevimli, yanaklarını ısırasım geldi, kafasını yiyecektim biraz daha burada olsaydı."

"Arada yanına gideriz o zaman?" Kafamı hızlıca salladım. "Dondurma da alalım!" Elini yanağıma koyup çekiştirdi. "O değil de bizim de bir Seoho'muz olur mu?" Annem ve aynı anda San'a baktım.

"Sen ciddi misin?" Kafasını salladı. "Yanına çok yakışıyordu, kendimi üçümüzü hayal etmekten alı koyamadım, hatta dördümüzü. Bilmiyorum belki de beşimizi! Çok güzel olmaz mı? Üçü arka koltukta biz ikimiz ön koltukta uzun bir yolculuğa çıktığımızı?" 

"Sanniie, evlenelim mi?" Yüzündeki küçük gülümsemeyle sordu. "Hmm?" "San, benimle evlenir misin?" 

.
.
.
.
.

Kitabı boka sardığımı düşündüğün için yazamıyordum cidden bir cümle bile zar zor yazıyordum. Sonra ben dün bunun başına ciddili bir şekilde oturdum (yalan) ve deli gibi düşündüm. Hiçbir şey aklıma gelmeyince erva yardım etmeye başladı sonra olay buraya kadar geldi işte.

Kitabı softluktan çıkarıp biraz daha hard yapmak istiyorum ama nasıl olicak o bilmiyorum cidden. Neysee öyle işte.

Yaren sabahtan kendine lise bakıyor ve ben kendi okulumdan bugüne kadar hiç bu kadar nefret etmemiştim. Oturup ağlama modumdayım ama kahve yapıp içmek şuan daha cazip geliyor.

Öyle işte,oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin pls veee görüşürüz kendinize iyi bakıııığn.

The Other Guy † WoosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin