0.3

1.3K 139 68
                                    


San önceki gece yaşananlardan sonra hala kendine gelememiş, gerçekliğine inanmamıştı. Hala şaka olduğunu düşünmesi onu da şaşırtıyordu. Olmuştu işte, katili yakalamak için çok fazla hırs yapmıştı. Ölen tüm gençlerin, Yoon'un acısını çıkaracaktı o katile kelepçeyi takarken. Gururla bakacaktı yüzüne, hapiste çürümesini sağlayacaktı ki yaptığı katliamlardan sonra çok olası bir şeydi bu. Yakalayabilirlerse tabii. 

Kıyafetlerini giyip merkeze gitmek için arabasına bindi. Aklını bir an ölen asistanından ayırsa aklına hemen o çocuk geliyordu. Aklından çıkamayan iki şey vardı şuan; katili yakalamak ve Jung Wooyoung. Neden onu düşünüyordu bilmiyordu, verdiği ifade yüzündendi belki? Çok mu ikna ediciydi hiç mi değildi karar veremiyordu. Asıl sorun da buydu. Aklını karıştırmıştı, ya çok iyi ya da çok kötü bir yalancıydı. 

Düşüncelerini yok sayıp sonunda arabayı çalıştırabildiğinde merkezden önce her zaman kahve aldığı kafeye gitti. Kahve içmese kafayı yiyecek gibiydi. Her şeyi kafasına çok fazla takmakta bir numaraydı, yani boş şeyleri çok takardı kafasına. Önemli olanlar ise aklına bile gelmezdi. Huyuydu bu San'ın, etrafındakiler hep şikayet ederdi bu durumdan ama San kendini bu konuda değiştiremiyordu. 

Kafeye geldiğinde direkt kahvesini  isteyip beklemeye başladı.

"Şerif Choi!" duyduğu tanıdık tiz sesle arkasını döndü.

Bahsettiği çocuk buydu işte, Jung Wooyoung. Kafedeydi o da onun gibi. Masasından el sallıyordu San'a. 

San gülümseyerek el sallayınca Wooyoung'un gülümsemesi büyüdü ve kucağında duran köpeği sevmeye devam etti. Saçlarını yine toplamıştı, sorguda olduğu gibi. Yine birkaç saç teli düşmüştü gözünün üstüne. Arkadaşlarını kaybetmiş bu güzel çocuğun acısına kucağındaki köpeği tanık oluyordu. Üniversite öğrencisiydi hala, arkadaşları da öyleydi. Ne istiyor olabilirlerdi ki onlardan? 

"Şerif."

Kahvesinin geldiğini haber veren ses geldiğinde önüne dönüp gülümsedi ve kahvesini alıp çıktı ordan. Çıkmadan önce Wooyoung ona bakmış ve gülümsemişti. San kafeden çıkıp gülümseyince ne olduğunu anlamıyordu. Normalden daha fazla gülümsüyordu, dün kardeşi gibi gördüğü sekreteri öldükten sonra böyle olması normal değildi. Ama onu gülümseten şeyler vardı işte, garipti ama vardı.

Merkeze gelince Seonghwa elinde dosyalarla koşarak San'ın yanına gitti.

"Şerif, şerif, şerif"

Üç kez aralıklarla söyleyince San derin bir nefes alarak ona baktı.

"Duyabiliyorum. Sen fazla mı mutlusun bugün?"

San Seonghwa'yla geçirdiği zaman içinde onu az da olsa tanımaya başlamıştı. Mutlu olmadıkça böyle enerjik olmazdı o, hayattan bıkmış gibiydi hep.

Şaşırarak San'a bakınca San gülümseyip omzuna iki kez yavaşça vurdu.

"İzinlisin, git."

"Gerçekten mi? Neden bir anda?" Seonghwa şaşkınlığını gizleyemiyordu, hiçbir duygusunu gizleyemiyordu zaten. San bu yüzden Seonghwa'nın ilk hayatı olduğunu düşünüyordu, küçük bir çocuk vardı her zaman onun içinde.

"Git dedim, fikrimi değiştirmeden yürü."

Heyecanla dosyaları masaya bırakıp montunu aldı ve San'a teşekkür edercesine bakarak merkezden ayrıldı. Telefonunu çıkarıp hemen Hongjoong'u aradı. Okulda olduğunu biliyordu ama dersleri bittiyse belki onunla kahve içmeye gidebilirdi. Hongjoong'a çok bağlanmıştı, aşk olmadığına emindi çünkü daha çok erkendi ve aşkla boğmak istemiyordu şimdiden onu. Gerçi Hongjoong bundan boğulur muydu yoksa hoşuna mı giderdi bilmiyordu. Onun hakkında hala hiçbir şey bilmiyordu, bu yüzden öğrenmeye çalışıyordu.

Who? // woosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin