İki gözümün çiçeği EsraSolmaz0 'a ithaf edildi
Türkiye'nin, iki farklı şehrin de iki farklı gencin sesi aynı anda hayat buldu.
Bir tanesi, "Hayır baba! Sen ne dediğinin farkında mısın?" derken, diğeri "Adamın birisi memleketime söz edecek, barbar diyecek, bende susup oturacağım öylemi?" soruları can bulmuştu.
Ege'nin incisinde "Oraya gitmeyeceğim baba! Hiç bir kuvvet beni oraya getiremez! İtalya'ya gideceğim!" Diye karşı çıkmıştı. O buralara bile ait değilken babası 'Trabzon'a gideceksin' demişti.
O modanın kalbi Milano' ya gidecekti. Prada markalı çantalar kolun da, Zara pantolonların için de, blazer ceketler üstünde havalanırken, Brera Caddesi'nde gezecekti.
Ama babası, yıllar önce bitirdiği ve çoğu dersi torpilli geçerek aldığı diplomayı kullanması için, asker arkadaşı ve ortağı olan Mehmet Gürmanoğlu'nun yanına gönderecekti.
İkizi Yankı "İlkim sakin ol balım-" derken, İlkim o sinirle "Sus, Yankı sen sakın konuşma! Bir kere ya bir kere! Bir kere de İlkim ne istiyor? diye sorun! Ama yok! Mustafa bey ne isterse ol-" diye bağırırken bu sefer babasının sesi İlkim'in sözünü kesmişti.
"Oku istedim Asiye! Kimseye mecbur olma istedim. Ben yarın ölürsem, adamın birisinden isteklerini yapması için yalvarma istedim." demişti Mustafa bey, sadece kızının kendi ayakları üstün de durmasını istemişti, bir baba olarak çok mu istemişti?
İlkim'in diyecekleri babasını kıracaktı ama zehirli diline hakim olamamıştı. "Annem de bu yüzden gitti değil mi? Ona da istemediklerini yaptırmaya çalıştın!" Dediğin de Mustafa beyin yüzünde ki hayal kırıklığı bariz belliydi.
Yankı, bu sefer sert sesiyle, "İlkim!" demişti. İlkim sanki o an ne dediğini anlamış gibi birden babasına dönmüştü. Sözler bir kere ağızdan çıkmıştı geri döndürebilir miydi?
Mustafa bey bir şey demeden salonu terk ederken, Yankı 'Bunu yapmayacaktın' dercesine başını sağa sola sallıyordu.
Yankı kucağına kızı Lotus'u alırken, eşi Alina'ya da başı ile kapıyı işaret etmişti.
Alina bozuk aksanı ile "Sen babani çok kırdi" demişti. İlkim cevap vermedi, verecek bir cevabı da yoktu zaten.
Ege'nin incisinde soğuk yeller eser de, Karadeniz'in engin dalgaların da fırtına kopmaz mıydı?
Rüzgar, söz dinlemez kardeşine ne kadar anlatırsa anlatsın, Pusat yine kendi bildiğini okuyordu.
"Lan oğlum, tamam bak sakin olalım. Hadi o it böyle davrandı sen neden sövüyorsun? Hadi sövdün niye dövüyorsun?" Diye yeniden sormuştu.
Pusat ise kendi doğrularından hiç bir zaman şaşmadığı gibi yine şaşmamıştı, "Barbar dedi abi! Barbar farkındasın değil mi! Tamam okumadım belki ama kelimelerin anlamlarını biliyorum!" diyerek son sözünü söylemişti.
Mehmet bey 2 oğluna baktı. Nasıl beş parmağın beşide birbirine benzemiyorsa, beş canı da birbirine benzemiyordu.
En büyük oğlu Rüzgar, ne kadar okumuş işlerin başına geçmiş olsa bile, bütün köy gibi Mehmet beyde bilirdi asıl işi Pusat'ın yaptığını. Çünkü ne büyük oğlu Rüzgar ne de küçük oğlu Toprak, istemezlerdi limana gitmeyi.
Halbu ki Pusat öyle miydi? Sabah erkenden kalkar, hiç üşenmeden önce Sürmene'de ki kumluğa geçer oraları kontrol ettikten sonra, meşhur fırtına ile Yomra'ya gelip balıkları yemlemeye giderdi. Koca yürekli Fırtına kaptan öyle yetiştirmişti onu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
TRABZON BEYEFENDİSİ!
Roman pour AdolescentsAsiye İlkim Akçay! Üzüntülü, kederli ve acılı kadın! İsminin anlamını bu zamana kadar vermemiş miydi? Çektiği acılar bu zamana kadar sadece geçmişte kalmamış, boynuna yağlı bir urgan gibi asılmıştı. Bu sefer kaçmayacaktı, babasının arkasına gizlen...