BİR FELAKETİN PORTRESİ
1997
Korkunç bir gün.
Ağustos ayının ilk günü.
Etraftaki otluk ve koruluktan yükselen köpek, kuş ve daha başka hayvanlara ait kalın ve iç gıcıklayan sesler dışında ağaçların arası sessizlikle kaplıydı.
Evi çevreleyen büyük sedir ağaçlarının gölgesi nakışlı perdelerin örttüğü eski camların üzerine düşüyordu ve anayoldan geçen birkaç arabanın varlığı dışında kimse yoktu.
Sonsuzluğa uzanan büyük tarlalar ağustos sıcağında kavruluyor gibiydi, buğday ve başaklar topraktan taşmıştı. Civar köylerde tarla sahibi çiftçilerin hasat hazırlığı varken, kasabadaki bir telefon kulübesine girdi.
Az önce kontör aldığı bakkalın sahibi, dükkânın önündeki bir tabureye oturmuş, yadırgayan gözlerle çaktırmadan onu izlemeye çalışıyordu.
Küçük kasabalarda insanlar aşina olmadıkları yüzlerden korkarlar.
Ama aşina olunmayan yüzler de kasabalardan korkar.
Ezberindeki numarayı aceleyle tuşladı, gözyaşları yanaklarından hızlı hızlı akıyordu. Çehresi sırsıklam olmuştu ve parmakları da titriyordu.
Konuşsa sesi çatlak çıkacaktı, bunu bildiği halde telefonu kulağına götürdü.
Bir an için gözlerini yumduğunda topraktan fışkıran başak ve buğdaylar gibi hatıralar hafızasından taşmaya başladı.
Bir portreyi anımsadı, bir sabah Kızılay'a giderken evden heyecanla ve kurtulmak ister gibi çıkışını anımsadı. Birbirine zıt görüşleri, iki karşı komşu ülkenin, birbirine düşman kıyılar dolusu toplulukları gibi, üniversite koridorlarında slogan atarak savunan gençleri düşledi.
Önünden geçip giden bedenleri, birbirine düşman kesilen herkesi, onların arasında eline uzanan bir eli düşledi.
Düşler, hatıralarla karıştı.
Yıllar öncesinde kalmış, toprağın altında çürümüş genç bir adamın heyecanlı gözlerini, ellerini kavrayan uzun parmaklarını, üzerine geçirdiği parkayı ve yağmurlu bir gece penceresini araladığında ıslak saçlarıyla kıpraşan gözlerini gördüğü anı anımsadı.
Her yaşam, bambaşka renkleri, figürleri ve ışık oyunlarıyla yavaş yavaş tamamlanan kusursuz ve benzersiz bir portre gibidir.
Yaşamının en güzel rengini bulduğu günü hatırladı.
Karşıdaki, "Efendim," dediğinde sesi ilahi bir gücün yansımasını andırırcasına dolmuştu kulaklarına. İliklerine dek özlem ve nefreti hissetti.
Birkaç saniye bekledi.
"Benim," dedi sonunda, sesi mum alevi gibi titriyordu, gözyaşları hızlanırken kalbine çökmüş acının altında kaldığını hissetti.
Sessizlik oldu.
Ne düşüneceğini, bu sessizliği neye yoracağını bilemedi.
İnsanları birbirine düşman eden şey, birbirlerinin akıllarından geçen düşünceleri okuyamamalarıdır. Oysa kimse sonsuz bir nefret ve düşmanlık besleyemez. Ancak size öfkeli bir göze baktığınızda gerisindeki acıyı ve tüm olanları görmeyi beceremezsiniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR FELAKETİN PORTRESİ
Teen FictionHiçbir portre tek bir fırça darbesiyle mahvolmaz. Kendi hayatımın portresinde geçmişimin ve hatalarımın fırça darbelerini görüyorum. Ve görmemek için gözlerimi kapatıyorum.