2. Bölüm: EYLEM
Telaştan mı yoksa donup kaldığım belli olmasın diye mi, bilmiyorum hemen Reyhan'a döndüm.
Kendimi kalabalık bir aile sohbetinde, aniden ortaya atılmış ve ezberden yirmi kıtalık şiir okuması beklenen ortaokul öğrencisi gibi hissetmiştim.
"Bizim işimiz bittiyse," dedim Reyhan haricinde kimseyi muhatap almadan, "gitsek mi artık?" Saatime baktım, oysa gördüğüm hiçbir şey değildi. Anlamsız bir çember çizen sayılar benim için çok şey ifade etmiş gibi, "Geç kaldık," diye de ekledim.
Hiçbir yere geç kalmamıştık.
"Ücreti konuşsaydık," dedi Reyhan.
"Satış olmadan ücreti konuşamayız."
Bu Engin'in sesiydi.
Ayaklarımı pat pat yere vururken aklımı toparlamaya çalışıyordum aslında.
Bu kadar genç iki insan görmek beni şaşırtmıştı. Daha tecrübeli, güven veren birilerini bekliyordum ama karşımda bizden en fazla birkaç yaş büyük iki genç adam duruyordu. Belki de mesleğe yeni başlamış sivil polislerdi, belki de son işten sonra bir şekilde ifşa olmuştuk ve bizimle anlaşma bahanesiyle bizi suçüstü yakalayacaklardı.
"İran'a gidecek bu tablolar." Konuşan yine Engin'di. "Önce alıcıyla son kez konuşulacak, sonra sınırdan geçecek. Onlar parayı bize yolladığında siz de hakkınızı alacaksınız."
Bakışlarımı yüzüne çevirdim. İç Anadolu'nun ilkbaharı ılık ve biraz da serin geçer ama o gün hava sahiden çok sıcaktı. Dar sokağı çevreleyen, birbirine yakın ve çok katlı apartmanların arasından gün ışığı üzerimize zorlukla değiyor gibiydi. Yine de suratında tuhaf bir aydınlık vardı.
Hoş, çekici bir yüze sahip olduğunu fark ettim. Belki de yalnızca benim göz zevkime hitap ediyordu, bilmiyorum.
"Siz ne işle meşgulsünüz," diye sordum birden.
İçe dönük biriydim, Rana'nın hoşsohbet kız arkadaşlarıyla ettiğimiz sohbet bile on beş cümleyi geçmezdi, çabuk sıkılırdım. Ama sessiz kalmak insanları güzel gözlemlemeye yol açar. Sessizlikte bekleyen insanlar diğerlerinin gürültüsünü dinlerler.
Sessizliğin benim için melankolik ya da dramatik anlamları yoktu. Sessizlik bana durgun ve sakin bir zihin veriyordu, oysa gürültülü olsaydım insanları duyamazdım.
Gözlem yeteneğime güvenerek gözlerine dik dik baktım, beden dilini inceliyordum bir yandan da. Eğer düşündüğüm gibi genç ve mesleğe yeni başlamış bir sivil polisse elbette kendini ele verecekti. Beden dilini kullanmayı henüz ne kadar iyi becerebilirdi ki?
"Sen ne işle meşgul olduğumuzu düşünüyorsun," dedi Engin. İfadesi ciddiydi ama sesindeki benimle eğlenen tonu sezdim. Bu hoşuma gitmedi.
"İki küçük kaçakçı olduğunuzu düşünüyorum," dedim omuzlarımı dikleştirerek. Şimdi bende de gülümser ve özgüvenli bir ifade vardı. "Ama boş zamanlarınızda laboratuvarlarda yatıp ölümcül hastalıklar için aşı ya da benzeri tedavi yöntemleri geliştiriyorsanız o başka."
Reyhan koluma dirsek attı, görmezden geldim.
Birbirimizden farkımız yoktu, biz yanlış bir şey yapıyorsak onlar da bu yanlışa aracılık ediyordu işte, neden utanacaktım?
Engin'in aynı hazırcevaplıkla karşılık vermesini bekledim, kendimi gelecek cevaba mantıklı ve ezici yeni bir şeyler bulmak için hazırlıyordum ama tahmin etmediğim bir şey oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR FELAKETİN PORTRESİ
Novela JuvenilHiçbir portre tek bir fırça darbesiyle mahvolmaz. Kendi hayatımın portresinde geçmişimin ve hatalarımın fırça darbelerini görüyorum. Ve görmemek için gözlerimi kapatıyorum.