Osmanlı İmparatorluğunda Padişah 2. Abdülhamid tahttaydı. 1896 yılının şubat ayının sonlarına doğru, Malatya kırsalında 70 kişilik bir grup asker kışlaya dönmek için yola çıkmış ilerliyordu. Üzerlerinde askeri üniformaları, sırtlarında tüfekleri, göğüslerinde fişekleri takılıydı. İki saat kadar yürüdükten sonra kar yağmaya başladı. Yüzbaşı Ethem siyah bir atın üstünde, bölüğün en önündeydi. Beyaz tenli, siyah saçlı, kara gözlü omuzları dik yüzbaşı, kılıcını kemerine asmış başında fesi, üzerinde haki renkli kabanıyla, askerlerinin zorlu kış şartlarından etkilenmeden gidecekleri yere ulaşabilmeleri için atını zorluyordu. "Komutanım biraz dinlenelim," diyen askerlere, "Olmaz mola veremem," dedi. Olabildiğince hızlı bir şekilde yerleşim yerlerinden birine ulaşmaya çalışıyordu.Yarım saat kadar ilerledikten sonra kar yağışı tipiye dönmüş, göz gözü göremez olmuştu. Zaman ilerledikçe tipi şiddetini gittikçe artırıyordu. Askerlerin çoğunu, tipiden kurtulamayacağız düşüncesi sarmaya başlamıştı. Bu düşünce onları fazlasıyla korkutuyordu. Uçsuz bucaksız kar örtüsü, önlerindeki dağı aşmalarını engelleyecek gibiydi. Gökyüzü ile yeryüzünü birbirinden ayırt etmek gittikçe zorlaşıyordu.
Askerlerin aklına anne, baba kardeşleri ve sevdikleri yavukluları geldi ya bir daha onları göremezlerse. Yüzbaşı Ethem, askerleriyle beraber dere kenarından uzaklaşmadan yürümeye devam etti. Derenin kenarından ayrılırlarsa yolu kaybedeceğini düşünüyor. Bu da onu çok korkuyordu.
Tipi çok şiddetliydi ve yürümeleri gereken epeyce uzun bir yol vardı. Kar yığınlarının yüksekliği bellerine kadar ulaşmıştı, askerler adeta yürüyemeyecek hale gelmişti. Askerlerden bazılarının ayakkabısı sağlam kalırken, bir kısmının ise dayanamamış, parçalanmıştı. Ayakkabısı yırtık olan askerlerin zaman ilerledikçe ayaklarına sızan kar suları, parmak uçlarının donma noktasına gelmesine neden olmuştu. Bütün askerler ellerini koltuk altlarına koyup ısıtmaya çalışıyordu. Çok üşüyorlardı, ağlama ve inleme sesleri giderek arttı. İçlerinde durumu ağır olanlar perişan bir halde yürüyemiyorlardı. Bu durumda olan askerlerin kollarının altına iki kişi girip yardım ederek yürümelerini sağlıyorlardı. Bazılarının ise bünyesi çok zayıftı hiç yürüyemiyordu. Onları taşımaları mümkün değildi. Ellerinden bir şey gelmediği için yürüyemeyenleri içleri kan ağlayarak bırakmak zorunda kaldılar. Yürüyebilen askerlerin aynı sonu yaşamamaları için dirençlerini arttıracak bir kurtulma umuduna ihtiyaçları vardı.
Yüzbaşı Ethem askerlere, "Hasan Çelebi köyüne çok az kaldı," diyerek onları cesaretlendirmeye çalışıyordu.
"Komutanım el ve ayak parmaklarımı hissedemiyorum," diyenlerin sayısı gittikçe artıyordu. Yüzbaşı, askerlerin birkaçını daha beyaz ölüme terk ederken yüreği parçalanmıştı. Karşılarına düşman çıksa göğsünü siper edip askerlerini korurdu ama bu beyaz düşmana karşı eli kolu bağlıydı. Uzun boyu, yapılı vücudu yorgunluktan ve endişeden çöken omuzlarının altında sağlıklı görünmüyordu. Yine de askerlerin sağlığı ve güvenliği için duyduğu sorumluluk onu ayakta tutuyordu. Yağan karın içindeki askerler ormanın sınırından güçlükle seçiliyordu. Hepsinin yüzleri ve kirpikleri karla kaplıydı.
Yüzbaşı Ethem çok kaygılıydı. Askerlerinin donarak ölmesini istemiyordu. "Hadi, gayret edin çok az kaldı," sözleriyle, kendilerini bırakmalarını engellemeye çalışıyordu. Atlı olan iki askerini yanına çağırarak, "Derenin kenarından ayrılmadan gidip keşif yapmanızı istiyorum," dedi.
"Emredersiniz komutanım."
Askerler karda bata çıka atlarını sürerek gözden kayboldular.
Yüzbaşı askerlere gür bir ses tonuyla, "Hadi gayret edin, az kaldı," dedi fakat ne kadar yolun kaldığını kendisi de kestiremiyordu. Atla keşif yapmak için giden askerler on beş dakika sonra geri gelmişlerdi.
"Komutanım, Hasan Çelebi köyüne çok az bir mesafe kaldı. Önümüzdeki tepenin arka tarafında toprak evlerin damları görünüyor" diyerek komutanlarına sevinç içinde durumu bildirmişlerdi. Komutanın iri, kara gözleri, kar düşmüş kirpiklerinin arasından sanki daha da irileşmiş, yüzündeki korku ifadesi kaybolmuş, yerine mutlu bir tebessüm yerleşmişti. Sevinç dalgası en baştaki askerlerden en sondakilere doğru çok hızlı bir şekilde yayıldı.
Yüzbaşı Ethem, askerlerin kendisini duyabileceği gür ve tok bir ses tonu ile bağırarak, "Hasan Çelebi köyünün evleri, keşfe çıkan askerlerimiz tarafından görüldü," demesiyle askerler arasında sevinç çığlıkları ve mutluluk nidaları yükseldi.
Yağan tipi az da olsa yavaşlamıştı. Askerler birbirlerini daha rahat görüyorlardı. Bitkin askerler canlanmış, adımları sıklaşmış, ilerliyorlardı. Çok geçmeden köye ulaştılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bizim Köyün Toprakları (Tamamlandı)
Historical FictionBu kitabın bir bölümü gerçek, bir bölümü kurgu olarak yazılmıştır. Yüzbaşı, "Daha sonra içerim, seninle konuşmak istediğim bir şeyler var" dedi. Zühre heyecanlanmıştı, kalbi hızla atmaya başladı fakat bunu belli etmek istemiyordu. Üzerindeki elbisey...