Köylülere Duyuru

105 4 0
                                    


Köylüler hiçbir şeyden haberleri olmadan günlük işlerini yapıyorlardı. Onlar için hiç de hayırlı olmayacak bir gün başlamıştı. Köydeki kadınlar sabahın erken saatlerinde koyunlarını sağmışlar, çobana teslim ettikten sonra tarlaya gitmek için hazırlıklara başlamışlardı.

Köylülerden Aziz, orta boylu, gözleri çukurda, iri burnu öne doğru hafif kıvrımlı, yuvarlak yüzlüydü. Şakacı birisiydi. Tarlaya gitmek için en büyük oğlu Haydar’a, “Hadi oğlum kalk, kardeşlerini de kaldır,” diye seslendi.

Evin en büyük oğlu Haydar uzun boylu, iri yapılı, düz siyah saçlı ve ela gözlü bir adamdı. Biraz sert mizaçlıydı. Sanki her sabah ilk o kalkması gerekiyormuş gibi bir kural vardı. Aziz’in Haydar, Mehmet, İsmail isminde üç tane oğlu vardı. Hanımı Zehra bir yetmiş beş boyunda, oval yüzlü beyaz tenli, kırmızı yanaklı, iri yarı bir kadındı.

Güneş henüz doğmuştu, güç bela kalktılar. Çocuklar her sabah güneş doğarken uyanmakta zorluk çekiyorlardı. Aziz’in Gülsüm ve Ayşe adında iki de kızı vardı. Kızlar tarlaya götürecekleri azıklar için annelerine yardım ediyorlardı. Dışarıdan uzun uzun öten horozların sesi geliyordu.

Anneleri Zehra, çocuklarına seslendi, “Hadi artık çıkıyoruz, biraz çabuk olun. Sıcağa kalmadan tarlaya gidelim.”

Mehmet, İsmail ve Haydar odadan dışarı çıktılar. Mehmet, “Tamam anne, hazırlandık işte,” dedi. Güneş tepelerin arasından yusyuvarlak, kızıl rengiyle kendini göstermeye başlamıştı.     

Aziz, eşi Zehra’yı, oğullarını ve kızlarını alarak tarlanın yolunu tuttu. Tepenin üstündeki topraktan yapılı evlerinin bulunduğu yerden aşağıya doğru inmeye başladılar. Evin yanında salatalık ve domates ektikleri bostanları, onun aşağı kısmında ise kayısı ağaçları, bahçenin en alt kısmında ise yoncalık vardı. Yoncalığın bittiği yerde, yolun her iki tarafında iğde ağaçları bulunmaktaydı. İğde ağaçları yolun üst kısmını tamamen kaplamıştı. On dakika kadar yürüdükten sonra hızla akan berrak derenin kenarındaki yürüdüler. Etrafta ötüşen kuşların sesi, sabah mahmurluğunu üstlerinden atmalarına yardımcı olmuştu. Suyun berraklığı, içindeki balıkları rahatlıkla görebilmelerini sağlıyordu.

Köylülerin birçoğu tarlasına gelmiş, orakla buğdaylarını biçiyordu. Onlara  selam verdikten sonra, kendi  tarlalarının sınırındaki en az yüz yıllık olduğu sanılan alıç ağacının altına doğru ilerlediler. Yanlarındaki kilimi ağacın altına serdiler. Azıkları kilimin üstüne bıraktıktan sonra tarladaki ekinleri biçmek için oraklar ellerinde, yan yana durdular. Hep birlikte buğdayları biçmeye başladılar. Sesi güzel olan Mehmet, onlara türküleri ile eşlik ediyordu. Ellerindeki buğday demetleri dolunca hep birlikte arkalarına bırakıyorlardı. Güneş henüz yükselmemişti. Sabahın serinliğinden faydalanıp olabildiğince çok ekin biçmek istiyorlardı. Güneş yükselmeye başladığında çalışmak çok daha zor oluyordu. Bir taraftan ekin biçiyor, bir taraftan da birbirlerine takılıp şakalaşıyorlardı. Olur olmaz her şeye gülüştüler.
    
Güneş etrafı iyice ısıtmaya başladı. Sabahın serinliğinden eser kalmamıştı. Anneleri kızlarına seslenerek “Ayşe, Gülsüm! Gidip kahvaltıyı hazırlayın,” dedi.

Ayşe, “Tamam anne hazırlarız.”

İkisi de ellerindeki orakları bırakıp kahvaltıyı hazırlamak için asırlık ağaca doğru yürümeye başladılar.

Ayşe ile Gülsüm etraftan çalı çırpıları ve küçük dal parçalarını topladı. Çok hafif rüzgâr esiyordu. Dalları tutuşturmak için ilk otları yaktılar. Ateş iyice yanıp köz olunca üzerine çaydanlığı yerleştirdiler. Bir süre sonra su kaynadı. Çayı demledikten sonra kahvaltı sofrasını hazırladılar. Alıç ağacının dallarının altında ailece kahvaltılarını yapmaya başladılar.            

Bizim Köyün Toprakları (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin